Ömür boyu sürecek güzel dostluklar temennisi ile…

Zamanımızda kaybolan aile huzuru birlikte de sevgi ,saygı,şefkat
buharlaşıyor.
insan,çalışma telaşı ve hızı içinde ,hele de gençken koştururken,etrafını
göremiyor..
Dostlarını ihmal ediyor..

Hatta ,çoluk-çocuğuyla bile ingilenemiyor,dost olamıyor..
Bir sevgi,bir şefkat ihtiyacı anında durup etrafına bakıyor,kimse
kalmamış…
Dost olarak,arkadaş olarak,güveneceği insan olarak kimse yok çevresinde…

Yapayalnız ve kimsesiz kalmanın acısı yüreğini kavurmaya başliyor..
Bu noktada tehir edilmiş dostlukların pişmanlığını hiç bir varlık
gideremiyor..

Dostların,yani sevgilerin,saygıların ,şefkatlerin,güven duyguların,vefanın
ve sadakatın bıraktığı boşluğu,hiç bir kazanım dolduramıyor..
Çünkü insan sadece bedenden ibaret değildir..
İnsan ruh ve beden den oluşuyor,

Ruhun ve mananın temel ihtiyaçlarından biri de,inancını,ahlakını,şefkatini
sansürsüz olarak paylaşabileceği dostlarıdır…
Çünkü,onlarsız hayat,hayat olmuyor….
Dostluğu en güzelini,birbirini Allah için sevenler göşterir..
öyle ki,nlar dostlarını canlarına tercih etmişlerdir..

Söyle bir kıssa anlatılır…
-Bir sebeple boyunları vurulmak üzere bir kısım sofiler hükümdar tarafından
aranıyorlardı..
Ebu’i Hüseyn en Nuri de bunların arasındaydı..
Yakalanıp huzura getirildiklerinde,bu zat hemen öne koştu ve ilk önce
kendisinin öldürülmesini istedi…
Sebebi sorulduğunda söyle dedi…
-“Bir an olsun kardeşliklerime bir hayat kazandırmayı arzu ettim de onun
içinde öne geçtim..”

Hükümdarın çok hoşuna giden bu söz sayesinde hepsinin hayatları kurtuldu…
Dostun başına bir musibet geldiğinde,elinden tuttup kaldırmak,Allah için
yapılan dostlukların en belirgin özelliğidir..
Vefa da ancak Allah için yapılan dostluklarda mümkündür..

Sıkıntılı anlarımızda uzanan sıcak bir el,huzur veren bir ses,hangi servete
değişilir..?
Ve hayatımızdaki izlere baktığımızda samimi bir dostumuzun yerini ne
doldurabilir ?
Gerçek zengin,böyle dostlara sahip olabilendir..
Ömür boyu sürecek güzel dostluklar temennisi ile…

2 responses to this post.

  1. Posted by beyda on Kasım 30, 2009 at 4:09 pm

    Hakîkî bir dost bulmak, o kadar kolay değildir.

    İnsan kendisine iyi bir arkadaş bulabilir. Vefâlı bir eş ve iyi bir iş de bulabilir. Hatta, gökte aradığını yerde bulanlar bile vardır.
    Ama hakîkî bir dost bulmak o kadar kolay değildir. Önce gönüller üzerine dostluk köprüsü kurmak gerekir. Ancak böyle bir köprüyü inşâ edenler ve bu köprüden geçenler hakîkî dostlara kavuşabilirler. Dostluk köprüsünden geçmek için ise, insanın önce kendisinden geçmesi gerekir.

    Dostluk köprüleri, sağlam temeller ve şirin kemerler üzerine bina edilir. Bu köprülerin taşları cefa ile yontulmuş, harcı vefa ile yoğrulmuştur. Diğer köprülerin en az iki ayağı varken, dostluk köprüleri tek ayak üzerinde bile durabilirler. Yani karşı taraftan bir destek ve çıkar beklentisi yoktur.
    Dostların sevgisi de, şefkati de, ilgisi ve ikrâmı da karşılıksızdır. Bu köprülerin altından çok sular, üstünden uzun yıllar geçse de, onlar yıpranmaz ve yıkılmazlar. Böyle bir köprü inşâ etmek zahmetli olduğu için hakikî bir dost bulmak da zordur.

    Aşık Veysel, “Dost dost diye nicesine sarıldım” diyor. Ama hiçbirisinde bir vefâ bulamadığı için toprağın kucağına dönüyor. Çilenin, cefânın, sadakatin ve şefkatin sembolü olan kara toprağı dost olarak kabul ediyor. Bir başka âşık, ömür boyu bir dost bulamadığından yakınıyor,
    “Bir dost bulamadım, gün akşam oldu” diyerek sazının tellerine dokunuyor.
    Mecazî aşkın çöllerinde dolaşanlar, hakîki bir dost bulamamanın ıztırabını yaşarlar. Allah dostlarından bir zatın dediği gibi, böyle âşıkların divanlarını sıksan, herbirinden hazînâne birer feryat damlar. Ancak, dostluk köprüsünden geçenler, Leylâ’yı bırakıp Mevlâ’ya koşanlar elemsiz lezzete kavuşabilirler.

    Hallac-ı Mansur, Allah dostudur. Dostluk köprüsünden geçerek Rabbine o kadar yaklaşmış ki, artık O’nu kendinden, kendisini de O’ndan sayarak “Ene’l-Hak” demiştir. Fakat dost halinden anlamayanlar velîliği delilik kabul ederek kendisini idam ettiler. Önce ellerini ve ayaklarını kestiler, sonra da başını keserek bedenini yaktılar ve küllerini Dicle Nehrine attılar. Böylece gerçek bir dost, dostu için canını feda etmiş oluyordu.
    Mansur idam edilirken, şeytan karşısına geçer ve şöyle der:
    “Ben de ene dedim, sen de ene dedin. Ama ben lânete maruz kaldım, sen rahmete nail oldun. Bunun hikmeti nedir?” Mansur da şu cevabı verir:
    “Sen ene dedin, kendini ortaya koydun, ben ene dedim, kendimi ortadan kovdum.”
    Demek ki, dost dostta fâni olursa, dostluk bâki kalıyor.
    Sufîlerin “fenâfillah” dedikleri bu olsa gerek. Dostluk köprüsünden geçebilmek için bazı şeylerden vazgeçmek gerekiyor. Mansur, önce ene’sinden, sonra da başından vazgeçiyor.

    Acaba bizler ebedî ve ezelî dostumuz olan Rabbimiz için nasıl bir fedakârlık gösteriyoruz? Meselâ, her sabah dost dâveti olan Ezân-ı Muhammedî’yi işitip de, bu dâvete icâbet etmek için uykumuzdan vazgeçebiliyor muyuz?İçimizdeki öfkeden, kinden, hased ve husûmetten vazgeçip, muhabbet yolunu seçebiliyor muyuz?

    Allah ve Rasûlüne ebedî dost olmak istiyorsak, gönlümüzün elinden tutup, “Gel dosta gidelim gönül” diye yollara düşmeliyiz.
    Bu yolda kaybedecek vaktimiz yoktur. Fırsatı kaçırdıktan sonra, “Geçti dost kervanı” diye sızlanmanın bir faydası olmayacaktır.
    Selam ve Duâ ile…

    Beğen

    Cevapla

  2. Posted by gulayozturk on Kasım 30, 2009 at 7:34 pm

    Mevlam razi olsun güzel dostum.can kardeşim.

    Beğen

    Cevapla

Yorum bırakın