İslam halifesi Hz. Ömer (ra): “Keşke anamdan doğmasaydım da bir saman olsaydım” dedirten dava…

Nedir ‘dava’?

Dava adamı… Hangi dava? Kur’an’ın ifadesiyle, ‘dağların bile üzerine almaktan korktukları’ dava… ‘İnsandan başka her şeyin üzerine almaktan korktuğu’ dava… Onun büyüklüğünün farkında olanları inim inim inleten, dizlerinin bağını çözen, mağaralarda inzivaya çektiren, çöllerin yalnızlığına sürükleyen dava… Kendini kendine unutturan, kalabalıklar içerisinde yalnızlaştıran bu dava nasıl bir davaydı?…

İslam halifesi Hz. Ömer (ra): “Keşke anamdan doğmasaydım da bir saman olsaydım” dedirten dava… Peki, neydi onları böylesine korkutan, uykularını kaçıran, arzularına ve heveslerine gem vuran, yemeklerden lezzet almayı unutturan, duygularına ve düşüncelerine sızan bu dava neydi?…

Hayatlarını kontrol eden nasıl bir davaydı ki bu, yemesine-içmesine, oturmasına-kalkmasına, gezmesine-tozmasına, konuşmasına-susmasına, hayatının her anına karışan bu dava neydi? Dağları un ufak eden, denizleri kaynatan, suları kurutan, akılları baştan alan, karanlıkları aydınlatan, bir alemi başka bir aleme bağlayan, bir başlangıcın sonunu, sonsuzluğa köprü yapan bir dava…

 

Evet, bu, kulluk davasıdır ki her şeyin sahibi olan Hz. Allah’ın (cc), insana yüklediği en büyük görevdir. “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk yapsınlar diye yarattım.” (Zariyat, 56) buyruğu ile insana görevini bildiren Allah-u Teala, bu ağır yükü insana vermiştir.

Bu davanın şuurunda olan peygamberler (asm) ve Allah’ın velileri, Allah’ın seçkin kulları, yemeden-içmeden kesilmişler, nefislerin istek ve arzularına karşılık vermemişlerdir. Emaneti nasıl koruyacaklarının derdine düşmüş ve ilahi emrin mucibince hareket etmeye çalışmışlardır. Akılları baştan alan bu ilahi emire, yücelerin yücesinden gelen bu ilahi sese kulak veren bu büyük şahsiyetler, her şeye sabr-u cemille tahammül etmişlerdir.

Hz. Nuh (as)’ın oğluyla arasına dalgaları sokan… Hz. İbrahim (as)’a oğlunu kurban ettirip dağlar gibi ateşle sınayan… Hz. Zekeriya (as)’ı bir ağaç kovuğunda kesilmekle imtihan eden dava… Hz. Yakub (as)’ın gözlerini alan, oğlunun acısıyla sınayan… Hz. Yusuf (as)’ı kuyulara atan, Züleyha gibi bir dünya güzeliyle imtihan ettirip hapislerde çile çektiren dava… Hz. Musa (as)’ı firavunun zülmüyle sınayan dava…

Gönüllerimizin süruru Hz. Muhammed Mustafa (sav)’i; varolan bütün acılarla, bütün sıkıntılarla, yetimlikle ve daha niceleriyle sabrettiren dava kulluktu.

Bu öyle büyük bir davaydı ki Hz. Ebu Bekir (ra)’a malını-mülkünü feda ettiren; Hz. Ömer (ra)’a, kendisine ölümü hatırlatacak bir adam tutturan… Bu öyle bir davaydı ki Hz. Ali (kv)’i savaş meydanlarının aslanı yapan; Hz. Osman (ra)’ı, meleklerin bile haya edecekleri bir kişi haline getiren; Hz. Bilal (ra)’ı koskoca kayaların altında inleten, ateşten kumların üzerinde sabrettiren…

Evet, bu öyle bir dava ki ruhlarını Allah’a sattıran, O’nu razı ve memnun etmek için her türlü acıya katlandıran… O’nu hoşnut edebilmek için dünyanın bütün belalarına, yürekleriyle set oldukları dava; kulluk…

Evet, ‘kulluk’, yazması kolay, anlatması kolay, fakat yaşanması zor olan bu yüce dava; pazarlıksız, hesapsız, yalnızca verilen emre itaat edilen ve emri veren o yüce zat Allah-u Zülcelal ile her an huzur içerisinde olunan bir dava…

Sorgusuz-sualsiz, ancak aşkla ulaşılabilen bir dava… Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) gibi Taif’te kendisiyle alay edilip taşladıklarında, ayakları topuklarına kadar kanla dolmuştu, melek ona: “İstersen şu iki dağı üzerlerine yıkayım, yok olsunlar” dedi. O ise: “Ya Rabbi! Onların zürriyetlerinden sana inanan ve ibadet edecek bir nesil gelmesini ümit ediyorum” diye dua ediyordu.

Bu kadar büyük bir eziyeti, sanki hiç çekmemiş gibi acılarını unutup insanların kurtuluşu için var gücünü harcayan, bütün olumsuzlukları ve belaları sabırla karşılayan Sevgili Peygamberimiz (sav) Allah (cc)’nun ‘habibi’ idi… Kulluğun zirvesindeki insan, bu yüce davanın önderi ve rehberi, aşıkların Sultanı, Sevgili Peygamberimiz (sav)’in ve ashabının hayatı, bu büyük davayı anlamada bizlere en büyük örnektir.

Hz. Ömer (ra)’a soruyorlar, “Bir daha bu dünyaya gelsen, Allah (cc)’dan ne istersin?” Hz. Ömer şöyle cevap veriyor: “Musap bin Umeyr gibi adam isterim” diyor. Evet, onun bu mübarek sözleri, davanın ve dava adamının ne kadar önemli olduğunu, hayatlarımızı bu çerçeve içerisinde yeniden tanzim etmemizin gerekliliği ortaya koymaktadır.

Öyleyse, herkes kendisine şu soruyu mutlaka sormalıdır: “Ben bu davanın neresindeyim?…”

Nasıl bir dava adamı?

Dava adamı; güzel ahlak sahibi, şefkatli ve merhametli olmalı. İhtiyaçları dışındaki bütün zamanını davası yolunda harcamalı. Kulluk şuurunu yükseltmeli, iyi bir mümin olmalı. Dinin kural ve kaidelerini doğru kaynaklardan öğrenmeli ve hayatına adapte etmelidir. Çalışkanlığıyla ve azmiyle herkese örnek olmalı, asla yılmamalı, her işini -dava arkadaşlarına- danışarak, istişare ederek yapmalı, kendi fikirlerinin doğruluğunu insanlara dikte etmemelidir. Tevazu ve hilim sahibi olmalı, dengeli ve ölçülü olmalıdır. Cesaretli ve istikrarlı olmalıdır. Bunlar, dava adamının sahip olması gereken en önemli vasıflardır.

Dava adamının bütün maksadı, Hz. Allah (cc) razı ve memnun etmektir. Nefsinin istek ve arzularına kulak asmadan, şeytanın vesveselerine kapılmadan, insanların verdiği sıkıntılara aldırmadan, dünyanın zarar ve ziyanından, dert ve belasından usanmadan, kalbinin yalızca Rabbiyle huzurlu olmasına çalışmalıdır.

İyi bilmelidir ki bu dünya hayatı; dert, bela, musibet, hastalık, acılar, kederler, ayrılıklar, yalnızlık, fakirlik yurdudur. Bunlarsız bir dünyanın olması mümkün değildir. Bu zorluklara karşı hazırlıklı olmalıdır ve bilmelidir ki bunların olmadığı bir tek yer yardır, o da cennettir.

Asla yılgınlık göstermemeli “…Şüphesiz ki Allah, kendi dinine yardım edene, mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” (Hac, 40) Bu ayet-i celile ışığında, Allah’ın yardımının mutlaka geleceğine itikat etmeli ve hep ümitvar olmalıdır.

Girdiği ortamı aydınlatan, o geldiğinde herkesin sevindiği, mutlu olduğu bir kişi olmalı, özlenen bir baba, özlenen bir dost, özlenen bir arkadaş olmalıdır. İnsanların övgüleri ve yergileri onu asla etkilememeli, sözünde duran, itimat edilen bir kişiliğe sahip olmalıdır.

Hz. Ali (ra) şöyle buyurmuşlar: “Öyle bir yaşa ki öldüğünde düşmanların arkandan ağlasın” dediği gibi bir hayat yaşamalı…

Bütün bu anlatılanlardan anlaşılacağı gibi dava adamı, davanın büyüklüğü kadar büyük bir şahsiyet olmalıdır. Zaten hep öyle olmadı mı? Geçekten dava adamı olanlar, adlarını tarihe altın harflerle yazdırmadılar mı? Onlar öylesine bu davaya sahip çıktılar ki onları ne canları ne malları, ne de sahip oldukları şeyler durdurabildi. Çünkü bir tek hedefleri vardı o da Zat’ına aşık oldukları Hz. Allah’ı razı ve memnun edebilmekti.

İşte dava da bu dava adamı olmakta…

BİLAL TELCİ

Yorum bırakın