Archive for Ocak 2009

Sabret gönül şurda ne kaldı karşı kıyıya…

Allah’ın sevgisini, her dem O’nunla birlikte olmayı kim istemez?
“Allah sabredenleri sever”, “Allah, sabredenlerle beraberdir” ayetlerinin muhatabı olmak ne büyük lütuf!
Öyleyse bu acelemiz, telaşımız, saldırganlığımız niye?
Yüce Mevlâ, rızasına ulaşabilmemiz için kendimizi kontrol etmemizi, aceleciliğimizi, öfkemizi dizginlememizi emrediyor. Yeri gelince bizim olandan, hakkımız olandan -öyle olduğunu zannettiğimizden- bile hiç çekinmeden vazgeçmemizi istiyor. Sabırlı olanları seviyor, onların yanında oluyor, rahmetini onlardan eksik etmiyor.
Gerçek böyle, ama insanın bozuk gözü, sabredenlerin kaybedip acelecilerin, saldırganların, haksızlık yapanların kazandığını zannediyor.
Elbette ki bu yanlış bir kanaat. İnsanın kendisi dahil her şey Allahu Tealâ’nın mülkünde iken, kim O’nun mülkünden bir şeyi sahiplenebilir, ün sahibi olabilir, varlık iddiasında bulunabilir ki? Bu sadece bir yanılgıdır. İnsanın tek kazancı Rabbi’nin yakınlığı, rızasıdır. Rabbi’ne yönelen için de sabır kolaydır.

Haksızlığa sabırla karşılık

Gavs-ı Bilvanisî k.s. Hazretleri, bir sohbetlerinde şöyle buyuruyorlar:
“Odunculukla geçimini sağlayan, fakir, kendi halinde bir köylü, omuzunda bir ip, gecenin son vaktinde evinden ayrılıyor. Köyün yakınındaki köprüyü geçip suyun başında abdestini alıyor. Vakit girdiğinde önce sabah namazının sünnetini kılıyor, şafak iyice sökünce de farzını eda ediyor. Namazdan sonra oturup zikriyle meşgul oluyor. Güneş doğduktan sonra ormana girip odun toplamaya başlıyor.
Bir müddet sonra topladığı odunları sırtlayıp yola koyuluyor. Tam köprünün üzerine geldiğinde, öbür taraftan da bir atlı çıkıveriyor. At, odun yüklü adamdan ürkerek sırtındaki süvariyi yere düşürüyor. Yere düşen süvari çok sinirleniyor, atını ürküttüğü için oduncuya hakaret ediyor, saldırıyor. Odunlar bir tarafa, oduncu bir tarafa yığılıveriyor.
Süvari atına atlayıp gideceği esnada oduncu koşarak atın dizginlerini yakalıyor ve:
– Benim yüzümden attan düştün. Üstün başın toz toprak oldu. Özür dilerim, beni affet, diyor ve hakkını helal etmezsen vallahi atını bırakmam, diyerek sıkı sıkıya dizginlere yapışıyor.
Süvari şaşırıyor, adamın ısrarı üzerine de:
– Bırak atımı! Tamam helal ettim. Allah müstehakını versin, deyince oduncu atı salıyor. Atlı yoluna devam ederken, oduncu da odunlarını toplamaya koyuluyor.”
Gavs k.s. Hazretleri, fakir oduncunun hikayesini anlattıktan sonra şöyle buyuruyorlar:
“İşte Allah yolu böyledir. İnsan sabırlı olmalı. Kendisine zulmeden olursa onu Allah’a havale etmesi daha makbuldür. Allah’ın kuvveti insanınki gibi değildir. Affetmek çok büyük bir meziyettir. Bakın Alemlerin Rabbi, affedici davrananları nasıl methediyor: ‘O takva sahipleri, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.’ (Bakara 134)”

Seven sabreder ve sevilir

Oduncuyu böyle sabırlı yapan şey neydi peki?
Fakir oduncu, rızkını temin etmek için geceden yola çıktı, abdest aldı, namaz kıldı. Ama nasıl?
Karanlıkta abdest aldı, göreni yalnız Rabbi idi.
Namaza durdu, karşısında Allah vardı. Yani onu yaratanı, yoktan var edeni, onu seveni, ihsanlarda bulunanı, en yakını, en dostu, en sevgilisi…
O’nunla konuşuyordu. Her bir zerresinde O’nun yaratmasını hissediyordu. Huzurunda rukûya eğiliyor, secdelere yüz sürüyordu. Ellerini açtığında her şeyin ve herkesin sahibine dokunuyordu ve yalnız O’ndan istiyordu.
Oturup zikrini yaptığında, adını söylediği uzakta değildi. Kendinden bile yakın olanı kalbinden zikrediyordu. Her “Allah” dediğinde, o ezeli ve ebedi sevgilinin bütün rahmet ve şefkatini benliğinde hissediyordu.
Böyle bir kula sabırlı olmak zor değil.
Peki bizi hikayedeki oduncu gibi olmaktan alıkoyan nedir? Namazımızı oduncu gibi kılmaya, secdelere kapanmaya, zikretmeye engel olan şey… Kılmakta olduğumuz namazın son namazımız, vardığımız secdenin son secdemiz olabileceği idraki ile namazımızı kılmaya engel nedir ki, kendimizde bir varlık, bir büyüklük iddiası olsun da haksızlık edelim, haksızlık karşısında sabırsız olalım?
Gaye Allah… O, hepimize sesleniyor:
“(Rasulüm) kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin çağrısına karşılık veririm. O halde (kullarım ) karşılık vermem için bana yönelsinler ve bana inansınlar ki doğru yolda gitmiş olsunlar.” (Bakara, 186)
O’na inanmak, O’na yönelmek, O’na seslenmek… Oduncunun emsalsiz sabrının ardında bu vardı. İbadetlerini böyle bir ruhla yapıyordu. Hayatını bu ruhla yaşıyordu.
Uzakta değil, çare kendimizde, içimizde…
Audici

Nur-ı aynım, iki gözüm, bildin mi neydi sabır?

Nur-ı aynım, iki gözüm, bildin mi neydi sabır?

Ya neydi kirpiğinin kıvrığına tutulup kalan burukluk. Hani neydi nesre çevrilemeyen söz. Neydi bilgiye adanmış ayazların derununu dolduran acı.

Sabır bir aydınlık, sabır bir teselli… Büyük sahraya yağmur, istiridyeye inci… Sabır göz pınarlarını kurutan ferahlık; sabır hüzünler kulübesinin ışığı… Eyyub ile Yakub, Derviş ile Sultan…

Nur-ı aynım, iki gözüm bildin mi neydi sabır?

Haşre dek yokluğa hüküm giymiş bir güzelin kadehindeki iksirmiydi; son gezginin gözyaşlarıyla suladığı bir çiçek mi,ıssız harabelerin eşiğinde ıstırabı emerek büyümüş nazenin bir kelebek mi?

Karlı caddelerin kıyısında açmış ayın ondördü zambaklar bilir sabrı, nur-ı aynım, altın şehirlere uçan ebabiller bilir. Sadık rüyalarda bir gemi Ağrı dağına çıkar sabırla ve yaralı süvariler geçer kehkeşanlardan darüşşifalara doğru. Serazad türküsüyle hercai bir bülbül konar Kitab’ın son sayfasına, sabrı şeydalanır seherler ve sabahlar boyu nur-ı aynım, sabrı şeydalanır.

cumanız mübarek olsun

SENSİZİM YA RESULALLAH

Sultanım seni o kadar çok özledim,Bir sabahın seherinde yollarını gözledim

Bir güneş misali ufkumuza doğmanı bekledim,Sensizim,dertliyim, biçareyim ya resulallah

Sensin benim tek önderim, Sensin benim peygamberim, rehberim

Sen olmadan ben ne ederim,Sensizim,dertliyim,biçareyim ya resulallah

İçimdeki hasret ateşi sönmüyor,Kimseler derdime derman olmuyor

Kanayan yaramı sarmıyor, Sensizim,dertliyim,biçareyim ya resulallah

Sensizliğe kan ağlıyor içim,Izdırapla geçer oldu

Buna artık dayanmaz oldu yüreğim,Sensizim,dertliyim,biçareyim ya resulallah

Dilimde çıkan her hece,Anıyorum seni hece hece

Gözlerimde yaş akıyor gündüz gece,Sensizim,dertliyim,biçareyim ya resulallah

Sevdan yaktı kül etti beni,Her ismini duyuşumla aşkın sarar tüm bedenimi,

Sultanım ne olur gel sil sensizliğe kan ağlayan gözlerimi
   

 

Genç Kalmanın ve Huzurlu Ailenin sırrı

Genç Kalmanın ve Huzurlu Ailenin sırrı 
 
Evvel Zaman içinde Memleketin Birinde 90 yaşlarında fakat çok dinç ve genç görünümlü bir adam yaşarmış? Çevresinde bulunan herkes ona çok özenir ve sorarlarmış ‘bu gençliğin sırrı nedir’ diye. İhtiyar delikanlı güler geçermiş her soruldukça bu soruya.. Ama Sorular sık , soranlar çoğalınca cevap vermek vacip olmuş sanki. 
 
Düşünmüş nasıl anlatırım bu sırrımı kolayca herkese. Sonra karar vermiş tüm meraklıları yemeğe davet etmeye evine. "Bu davette size sırrımı açıklayacağım demiş.

 Herkes merakla davete gelmiş. Yemekler yenilmiş, içilmiş, sohbetler edilmiş vakit iyice gecikmiş. Ama gençlik sırrı ile ilgili tek kelam edilmemiş. Herkes konu ne zaman açılacak diye merek ederken Adamcağız huri gibi sevimli hanımına seslenmiş:

"Hatun, şu kilerde bir karpuz getirir misin bize sana zahmet!.."

Hanım hemen doğrulmuş kilere giderek kaş ile göz arasında gidip bir karpuz getirmiş. Adamcağız şöyle eliyle bir vurmuş tık tık diye sonra da:" Bu olmamış hanım, güzel çıkmayacak, başka getirir misin bir zahmet" demiş.

Hanım onu götürmüş bir tane daha getirmiş. Adam onu da bir yoklamış yine beğenmemi..

 Hanım sana yine zahmet olacak ama bu da olmamış başka bir tane getirir misin  demiş, Başka istemiş..

. Bu böylece üç dört sefer daha tekrarlamış. 

Neyse misafirleri ve de siz Aziz okuyucuları sıkmamak için !!!:)))

 

 Dedemiz beşincide karpuzu beğenmiş ve karpuz kesilmiş, misafirlere ikram edilmiş?. Herkes karpuzunu afiyetle yerken bizim dedecik sormuş. "Eeee ?. Arkadaşlar iste benim gençliğin sırrı burada anladınız mı?? 
 
 
Herkes birbirinin yüzüne bakmış. Kimse bişey anlamamış.

"Aman dede demişler nerde? Anlamadık biz bu sırrı!"

 Dedecik gülmüş."Efendiler" demiş "O gördüğünüz karpuz kilerde bir tanecikti, tekti.

Ben hanıma git de başka getir dedikçe o kilere gidip geliyor aynı karpuzu getiriyordu.

Bir kere bile "aman be adam , deli misin nesin şu tek karpuzu ne taşıttırıyorsun bana defalarca.." demedi.

Beni sizin önünüzde mahcup duruma düşürmedi.

 İşte ben bütün gençliğimi bu hanımıma borçluyum.

 Biz birbirimizi hiç başkalarının önünde zor duruma düşürmeyiz. Aile içindeki hiçbir şeyi dışarıya yansıtmayız.

Hep birbirimize destek olur, dert ortağı olur, yardım ederiz.

Birbirimizle ilgili olan problemleri yine birbirimize anlatırız. İyi kötü her olayı da birlikte paylaşırız Demiş.

evet dostlar..

ya bizim durumumuz nedir ???

bir duşünelim lütfen


Ey Kutlu Nebî

Kırmızı Gül

Makâmı Mahmud’a selamlar olsun
Ey kutlu nebî sen Hâkka tek yolsun
Sevginle dolmayan gönüller solsun
Makâmı Mahmud’a selamlar olsun

Yetimle garîbin oldun yanında
Dertlerine çâre oldun anında
Güneş gibi doğdun zulüm çağında
Makâmı Mahmud’a selamlar olsun

Okumaya devam et