Archive for Eylül 2013

Günah işlemenin zararı‏

             

Sual: Günah işlemenin insana zararı nedir?
CEVAP
Günah işleyen, dünya ve ahirette büyük sıkıntılara maruz kalır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Günah işleyince kalbde siyah bir nokta hasıl olur. Eğer tevbe edilirse o leke silinir. Günahlara devam edilirse, o leke büyür ve kalbinin tamamını kaplar.) [Nesai] [Kalb kararınca da, artık ibadet etmek zor olur, günahları işlemek kolay gelir.]

(Günaha devam edenlerin zamanla kalbi mühürlenir. O kimse artık sevap işleyemez olur.) [Bezzar]

(Derdiniz günahlardır, devası istiğfardır.) [Deylemi] [İnsanların başına gelen bütün sıkıntılar günahları yüzündendir. İstiğfar edince, yani pişman olup tevbe edince günahlar silinir.]

(Kendini günahlardan korumayanı Allahü teâlâ [dünya ve ahirette felaketlerden] korumaz.) [İbni Hüzeymi] [Günahtan kaçmaya gayret edersek, Allahü telâlâ da bize yardım eder. Günaha önem vermezsek, felaketlerden kurtulamayız.]

(Kişi işlediği günahlardan dolayı rızkından mahrum kalır.) [Hakim] [Günah işleyenin kazancında bereket olmaz. Ömrü sıkıntı içinde geçer.]

Her günahı çok tehlikeli görmelidir! Müminin alametlerinden biri de günahını çok tehlikeli görür. Hadis-i şerifte, (Mümin, günahını başucunda dağ gibi görür, hemen üzerine yıkılacağından korkar. Münafık ise burnuna konmuş sinek gibi görür, hemen uçacağını zanneder) buyuruldu. (Buhari)

Gizli işlediği bir günahı ona buna duyurmak da ikinci bir günahtır. Böyle günahların affı zor olur. Hadis-i şerifte, (Her mümin affedilir, ancak günahını başkalarına açıklayanlar hariç) buyuruldu. (Buhari)

Kabahat gizli de, açık da işlenmez. Bir âyet-i kerime meali:
(Açık da olsa, gizli de olsa günahlardan sakının!) [Enam 120]

Fakat gizli işlenmiş bir günahı açığa vurmak ayrıca günahtır. İbni Âbidin hazretleri, (Günahını açığa vurmak ayrıca günah olur. Gizli yapılan günahı başkalarına anlatmak da günahtır) buyuruyor. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Kim, dünyada günahını gizlerse, Allahü teâlâ da, kıyamette o günahı herkesten saklar.) [Müslim]

(Bir günaha düşen, Allah’ın örtüsünü, onun üzerinde bulundursun!) [Müslim]

Günahtan el çekemeyen kimse, kötü örnek olmamak için günahını gizlemelidir. Oruç tutmayan kimse, orucunu gizli yemelidir. Açıktan yemesi ayrıca günah olur. İşte atalarımızın, (Kabahat de gizlidir) demeleri bu sebeptendir.

Günahların hepsi Allahü teâlânın emrini yapmamak olduğundan büyüktür. Hadis-i şerifte, (Ufacık bir günahtan kaçınmak, bütün cin ve insanların ibadetleri toplamından daha iyidir) buyuruldu. (R.Nasıhin)

Demek ki günah işleyerek ibadet yapılmaz. O halde, bir farzı yaparken haram işlemek mecburiyeti olursa haram işlememek için farz tehir edilir. Bir sünneti işlerken de, mekruh işlemek gerekirse, mekruhtan kaçmak için sünnet terk edilir.

Allahü teâlânın yasak ettiklerinden kaçmamak günah olduğu gibi, emirlerine riayet etmemek de günahtır. Haram işlememek, farzı yapmaktan önce gelirse de, farzları yapmamanın günahı, haram işlemek günahından daha çoktur. Mesela, namaz kılmamak içki içmekten daha büyük günahtır.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Günahtan nefret eden ve ibadetten lezzet alan, hakiki mümindir.) [Taberani]

(Günahlardan çok korkan, Allahü teâlâya en çok ibadet edenlerden olur.) [İbni Mace]

Günah işlemeye devam eden kimse unutkan olur, ahmaklaşır, aklı da azalır. Hadis-i şerifte (Günah işleyenin bir aklı gider, bir daha geri dönmez) buyuruldu. (İ.Gazali)
O halde günah işlemekten çok sakınmalıdır.


Dünya işlerine zararı
Sual: Günah işlemenin dünya işlerine de zararı olur mu?
CEVAP
Evet, günahların dünya işlerinde de zararı olur. Fakat bir iş, neticesi ile ölçülür. Hadis-i şerifte, (Dünya ahiretin tarlasıdır) buyuruldu. Dünyada ekmezsek, ahirette ne biçeceğiz?

Günah işleyenin aklı azalır, hafızası bozulur. Böyle bir kimse, dünya işlerini de beceremez. Ahiretine de zararı çok olur. Hadis-i şerifte, (Günah işleyenin, bir daha gelmemek üzere, aklı azalır) buyuruldu. İbni Mesud hazretleri, (Günah işleyen, bildiklerinden bazısını unutur) buyurdu. Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Günah işleyen rızıktan mahrum kalır.) [İbni Mace]

Fudayl bin Iyad hazretleri, (Arkadaşlarının sana verdiği sıkıntılar, günahların neticesidir) buyurdu. Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Şikayet ettiğiniz şeyler, amellerinizin bozukluğundandır.) [Beyheki]

Bir zat da, (Farelerin evimi istila etmesini, günahımın cezası olarak bilirim) buyurdu. Bir hadis-i şerifte, (Nefsin arzularını taate tercih eden, ibadetin zevkini alamaz) buyuruldu.

Ariflerden bir zat, çamurlu ve kaygan bir yolda giderken, çamura düşmemek için dikkatli yürür. Buna rağmen çamura yuvarlanır. Her yeri çamur olur. Artık hiç dikkat etmeden yürümeye başlar. Sonra ağlayarak der ki: “İşte günaha düşmeden önce günahlarından sakınan adamın hâli budur. Bir iki defa günaha düştükten sonra, artık o günahları işlemekten çekinmez. Bu da gösteriyor ki, bir günah, başka bir günahı çeker.”

Günaha engel olunmazsa, herkes zarar görebilir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Fuhuş yayılınca zelzele ve fitne çoğalır.) [Deylemi]

(Masiyetler zuhur edince, iyi-kötü herkes umumi bir azaba maruz kalır. Daha sonra iyiler Allahü teâlânın rızasına nail olur.) [Taberani]

Her ne kadar küfür hariç, büyük günah işleyenlere kâfir dememek gerekir ise de, günahlara devam eden kimsenin, zamanla kalbi kararır, haramları işlerken içi sızlamaz, imanı da zayıflayıp bir gün tamamen sönebilir. Günahların küçüğünden de büyüğünden de çok sakınmak gerekir.

Allahü teâlânın hakkı olan günahlar için tevbe etmeli, pişmanlık ve üzüntü duymalı, günahı terk etmeli, kefaret olmak için çok sevap işlemelidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Günah işlediğin zaman, karşılığında onu mahvedecek sevap işle!) [İ. Gazali]

Kul hakkının kefareti için, hak sahibi ölmüş ise, o kimseyi rahmetle anmalı, çoluk çocuğuna ve vârislerine ihsanda bulunmalıdır. Günahları için istiğfara devam etmelidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, istiğfara devam edeni, her sıkıntıdan kurtarır, her darlıkta bir genişlik verir ve ummadığı yerden rızıklandırır.) [Nesai]

(Allahü teâlâ buyurdu ki: “Ey kullarım, koruduklarım müstesna, hepiniz günahkârsınız. Günahınıza istiğfar ederseniz, sizi affederim. Kim kendisini affetmeye kadir olduğumu bilirse, onun günahlarını affederim.”) [Tirmizi]

(Bir kimse, “Rabbim, seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Nefsime zulmettim. Kötü işlerde bulundum. Senden başka günahımı affedecek kimse yoktur. Sen beni affet!” derse karıncalar sayısınca günahı olsa, Allahü teâlâ affeder.) [Beyheki]

Dua ile gelen bereket.Nihat Hatipoğlu‏

               

Peygamber Efendimiz, kuraklık ve kıtlık yıllarında yaptığı hicret yolculuğu sırasında bir çadıra konuk oldu. Burada cılız, süt vermeyen bir koyun gördü ve onun için dua etti. Duadan sonra koyun, sütle dolup taştı
Ümmü Ma’bed, akıllı ve güçlü bir köylü kadınıydı. Kuraklık ve kıtlık yıllarında Kubeyd mevkiindeki çadırının önünde oturur, geçen yolcuların su ve yiyecek ihtiyaçlarını karşılardı. Peygamber Aleyhisselam ile Ebû Bekir, Amir b. Füheyre ve Abdullah b. Uraykıt, hicret sırasında onun çadırına uğrayıp hurma ya da et satın almak istediler. Fakat Ümmü Ma’bed’de bunlardan hiçbiri yoktu. Kıtlığa uğrayan herkes satın alıp tüketmişti. Ümmü Ma’bed Peygamberimize, “Vallahi, bir şey olsaydı ikram ederdim!” dedi. Peygamber Aleyhisselam, Yanında süt bulunur mu?” diye sordu. Ümmü Ma’bed: “Yoktur! Vallahi davarlar kısırdır!” dedi.

“HAYVANI BEREKETLİ KIL”
Peygamber Aleyhisselam çadırın bir tarafında duran çelimsiz koyunu gördü: “Nedir şu koyun?” Ümmü Ma’bed, “Sürüden kalmış, güçsüz hayvandır. İşe yaramaz” dedi. Peygamber Aleyhisselam, “Onda süt var mı?” diye sordu. Ümmü Ma’bed, “O bundan tamamıyla mahrumdur!” dedi. Peygamber Aleyhisselam, “Onu sağmama izin verir misiniz?” diye sordu. Ümmü Ma’bed, “Anam babam sana feda olsun. Süt bulabileceğini sanıyorsan sağ!” dedi. Peygamber Aleyhisselam, koyunu getirtti, arkasına çömeldi. Bacaklarını ayırdı, besmele çekti, memesini eliyle sıvazladı ve “Allah’ım! Onun (Ümmü Ma’bed’in) hayvanını bereketli kıl!” diyerek dua etti. Bu duayla hayvanın memeleri sütle dolup taştı.

SÜT DOLDU TAŞTI
Peygamber Aleyhisselam, 5-10 kişinin doyacağı büyüklükte kabın içine sütü sağdı. İlk önce Ümmü Ma’bed, kanasıya içti. Peygamber Aleyhisselam’ın yol arkadaşları da içtiler. Sonra da Peygamber Aleyhisselam afiyetle içti. Biraz sonra, Ümmü Ma’bed’in kocası Ebû Ma’bed geldi bir kap dolusu sütü görünce şaşırdı, “Bu süt bize nerden geldi?” dedi. Ümmü Ma’bed, “Vallahi bize mübarek bir zat uğradı. Şöyle şöyle yaptı” diye anlattı. Ümmü Ma’bed’in dediğine göre, Peygamber Aleyhisselam tarafından kesilmemesi emrolunan bu koyun, bir mucize eseri olarak, hicretin 18. yılındaki şiddetli kuraklığa kadar yaşamış ve o zor günlerde, bu koyundan sabah akşam süt sağıp ihtiyaçlarını gidermişlerdi.

 

Edeb” ve dinimizdeki yeri‏

       

Mukaddes dînimiz İslâmiyet, baştan başa edebdir. Edeb, kulun kendisini Cenâb-ı Hakk’ın irâdesine tâbi kılması, güzel ahlâklı olmasıdır. Kur’ân-ı Kerîmde buyuruluyor ki: “Îmân edenler arasında kötülüğün, hayâsızlığın yayılmasını isteyenler [ve sevenler] için, dünyâda da, âhirette de elîm bir azâb vardır.”
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Her dînin bir ahlâkı vardır. İslâmiyetin ahlâkı da hayâdır.”
“Hayâ ile îmân, ikiz kardeştir. Biri giderse, diğeri de gider.”
“Hayâ îmândandır. Hayâsızın îmânı yok demektir.”
“Hayâsız olan, emânete hıyânet eder, hâin olur, merhamet duygusu kalmaz, dînden uzaklaşır, la’nete uğrar, şeytân gibi olur.”
“İnsan, sâlih iki komşusundan utandığı gibi, gece-gündüz kendisiyle berâber olan yanındaki iki melekten de utanmalıdır!”
HAYÂ ÎMÂNIN ESASINDANDIR
Hayâsız kimse, zamanla küfre kadar gidebilir. Hayâ, îmânın esâsındandır. Hayâsı olan, Allahtan utandığı gibi, günâhtan çekinir. İnsanlardan utanmayan, Allah’tan da utanmaz. İnsanlardan utanarak günâhı gizlemek de hayâdandır. İnsanlardan utananın, Allahü teâlâdan da utandığı anlaşılır. Çünkü hadîs-i şerîfte:
“Allahtan sakınan, insanlardan da sakınır” buyuruluyor. Hayâsız olan mürüvvetsiz olur. Hadîs-i şerîfte: “Hayânın azlığı insanı küfre düşürür” buyuruldu. Dînimizde hayânın yeri çok mühimdir. Allahü teâlâdan utanmak, îmânın kuvvetli olduğuna, hayâsızlık da îmânın zayıf olduğuna alâmettir. Hadîs-i şerîfte: “Hayânın azlığı küfürdendir” buyuruldu.
Hayâ, bir binâyı tutan direk gibidir. Direksiz binânın durması kolay olmadığı gibi, hayâsız kimsenin de îmânını muhâfaza etmesi zordur.
Her zaman her yerde edebli, hayâlı olmaya çalışmalıdır. Peygamber Efendimiz, yanına gelen herkesin yanında iki diz üzerinde oturur, onlara saygılı olmak için mübârek bacağını dikip oturmazdı. Hattâ Eshâb-ı kirâm hazerâtı, “Resûlullahın hayâsı, bâkire İslâm kızlarının hayâlarından çoktu” şeklinde nakiller yapmışlardır. Bir hadîs-i şerîfte: “Sizin en iyiniz, ahlâkı en güzel olanınızdır” buyurulmuştur.
Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü anh): “Hayâsız insan, halk içinde çıplak oturan gibidir” buyurdu.
Hazret-i Ömer (radıyallahü anh): “Edeb, ilimden önce gelir” buyurmuştur. Hazret-i Ömer, çok heybetli olmasına rağmen, edebinden, hayâsından dolayı, Resûlullah Efendimizin huzûrunda çok yavaş konuşurdu; öyle ki Peygamber Efendimiz zaman zaman: “Yâ Ömer! Yüksek sesle konuş; zîrâ seni duyamıyorum” buyururlardı.
Abdullah İbn-i Mübârek hazretleri: “Bütün ilimleri bilenin, eğer edebinde noksânlık varsa, onunla görüşmediğime üzülmem. Fakat edebli bir kimse ile görüşemesem üzülürüm” buyurmuştur.
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Hayâ bir insan olsaydı, sâlih bir kimse olurdu.”
“Hayâ, iffet, dile hâkimiyet ve akıl, îmândandır.”
“Mü’min, ayıplamaz, la’net etmez, çirkin söz söylemez ve hayâsız değildir.”

Nİ’METİ VERENİ BİL!..
Allahü teâlânın ni’metlerinde, ni’meti vereni görmeli, dâimâ O’nun huzûrunda olduğunu düşünmeli, meselâ otururken, yatarken edebe riâyet etmelidir. Yiyip, içerken, konuşurken, okurken ve her çeşit iş yaparken, bütün bunların Allahü teâlânın kudretiyle yapıldığını, bütün işlerde O’nun emrine uyup yasak ettiklerinden sakınmayı düşünmelidir. Böyle düşünmek, çok üstün bir ibâdettir.
Allahü teâlâdan korkan, hayâ eden bir kimse, O’nun emirlerini severek yapar ve yasak ettiklerinden de severek sakınır. Bunun netîcesinde de, ebedî saâdet yurdu olan Cennet’e gider. Bunun aksi olursa, sonsuz azâb yeri olan Cehennem’e gider. Günâhkârlar, günâhları miktârınca Cehennem’de yandıktan sonra, îmânlarının hürmetine oradan çıkarılacaklardır; ama kâfirler orada ebedî olarak kalacaklardır.
Abdülganî Nablusî, El-Hadîkatü’n-Nediyye isimli eserinde buyuruyor ki:
“Kadın-erkek münâsebetlerinde ve abdest bozmakta kullanılan kelimeleri aynen söylemek mürüvvete [insanlığa] uygun değildir, hayâyı yok eder. Böyle kelimeleri anlatmak lâzım olunca, açık olarak söylenmez, kinâye olarak söylenir.” [Kinâye, bir şeyi, açık manâsı başka olan kelime ile anlatmak demektir.]

Kâbe’yi Yıkmak Gibi…‏

      

 Kalp insanda bulunan her değerli şeyi içinde barındırır. Îmânı da insan kalbinin duyarlılığıyla ilgilidir. Kalple akledilir, kalple iman edilir. Uzlaşı kalpte yaşanır, takva kalpte yaşanır. Kalp ısınır, kalp sağlamlaşır, kalp meyleder, parçalanır, katılaşır, mühürlenir. Kalp mutmain olur.

Kalp mühürlenmiş ise ölüdür. İçinde kavrayış, vicdani duyarlılık yoktur; dolayısıyla akıl ve iman da yoktur. Mevlânâ’nın ifadesiyle kalp, yüce Allah’ın nazargâhıdır. Bu sebeple, bir gönül yıkmak, bin kâbe yıkmaktan daha kötüdür.

İmam Rabbânî bizi, “kalb Allah’u teâlânın komşusudur” diyor ve şöyle uyarıyor: “Allah’u teâlâya kalbin yakın olduğu kadar hiçbir şey yakın değildir. Mümin olsun, âsi olsun, hiçbir insanın kalbini incitmemelidir. Çünkü, asi olan komşuyu da korumak lazımdır. Sakınınız, sakınınız, kalb kırmaktan pek sakınınız! Allah’u teâlâyı en ziyade inciten küfürden sonra, kalb kırmak gibi büyük günah yoktur. Çünkü, Allah’u teâlâya ulaşan şeylerin en yakın olanı kalbdir. (C.3, m.45)

Rabbimiz Peygamber(asm)’a hitaben; “Allah’tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile..” (Ali İmran Suresi, 159) buyuruyor. Güzel söz ve yumuşak davranış Kur’ân ahlâkı gereğidir, İslam’ın güzelliklerindendir. Şuurlu, aklı başında samimi mümin merhametli, nezaketlidir.

Allah’ın kâinatı kaplayan rahmetinden, şefkat ve merhametinden nasîbini alamayan insan katıdır; incitir, yıkar, kırar, döker.

Samimi mümin ise İlâhi rahmetin parıltılarını yansıtan, kalbi Kur’ân ayetlerine karşı yumuşamış insandır. Yüce Allah’ı aşkla anlatır, muhabbetle anlatır. Resûllullah(asm)’a olan aşkını, Allah rızası için olan aşkını, Allah’ın tecellilerine, yarattığı güzelliklere olan sevgiyi anlatır. Her şeye Allah aşkıyla bakar. Allah’ın tecellileri olan çocukları, kuşları, çiçekleri sever, tüm canlıları sever, insanları sever. Kalp kırmaz, saygılıdır, bağırıp çağırmaz, ters konuşmaz. Esprili ve şakacıdır. Eleştirilerinde kırıcı değil yapıcı ve nezihtir.

Samimi mümin, İbrahim (as) gibi yumuşak huylu, duygulu ve gönülden Allah’a yönelen insandır. Değil kalp kırmak, mümin, kalplere sevinç ve huzur koyan insandır.

Fuat Türker

Allah’ın Nimeti Çile

            
Çile, zulüm, zorluk ve yaşanan tüm olumsuzluklar, kaderde varolan ve Allah tarafından özel olarak yaratılmış olaylardır. Çile ve zorluklar, toplumun bazı kesimlerinde ‘kadersizlik’ olarak yorumlanır. Oysa çile insan için çok büyük nimettir…
Çile Sınavdır:

Hayatın bir kader üzerine yaratıldığına inanan insan için yaşanan olaylar, Allah’ın sınavı olarak görülür. Herşeyin Allah’ın kontrolünde olduğunu bilen bir mümin, en büyük zorlukta dahi sabırlı ve tevekküllü davranır. Mümin için zorluk, insanı isyana değil, Allah’a götüren bir nimettir. Allah’ı seven ve O’ndan sakınan kişi, bu olumsuz anları sınav olarak düşünür ve sınavını en iyi şekilde vermeyi amaçlar.

 ‘Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri belirtip-ayırt etmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?’ (Ali İmran Suresi, 142)

 ayetinde de bildirildiği gibi sabredenlerden olmak için çaba gösterir. Şeytan, insanı duygusallığa ve isyana sürüklemeye çalışırken, mümin, aklını Allah sevgisi ve korkusuyla besler, O’na sığınır. Müminin çileye karşı ilacı sabrıdır.

 ‘Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. sabır gösterenleri müjdele.’ (Bakara Suresi, 155)

 Çile Uyarıdır:

Etrafımızda pek çok insanın dinden uzak yaşam tarzlarına şahit oluruz. Allah’a ibadet etmek yerine dünya hayatının geçici zevklerine ya da koşuşturmacalarına kapılan bu insanlar, sadece zorluk anlarında Allah’ı anar, O’ndan yardım dilerler. Yüce Rabbimiz, ibadeti unutan ve şeytanın yoluna kayan kullarına, çeşitli zorluk ve sıkıntılar vererek Kendini hatırlatır. Girdikleri gaflet uykusundan uyanmaları ve doğru yolu bulmaları için kullarını uyarır. Bazı insanlar bu uyarının farkına varıp Allah’a teslim olurlar; bazıları ise çile çekerken Allah’a dua edip, çile kendisinden giderilince eski hayatlarına
geri dönerler.

 Onlar gemiye bindikleri zaman, dini yalnızca O’na ‘halis kılan gönülden bağlılar’ olarak, Allah’a yalvarıp yakarırlar. Ama onları karaya çıkarıp kurtarınca, hemen şirk koşarlar. (Ankebut Suresi, 65)

Size denizde bir sıkıntı (tehlike) dokunduğu zaman, O’nun dışında taptıklarınız kaybolur-gider; fakat karaya (çıkarıp) sizi kurtarınca (yine) sırt çevirirsiniz. İnsan pek nankördür. (İsra Suresi, 67)

 Çile Nimettir:

Görünürde çile gibi görünen her olay aslında Allah’ın rahmetiyle doludur. Zorluk, çile ve acı insanın gıdası gibidir. İnsan çileyle olgunlaşır, güçlenir, mükemmelleşir. Olumsuz durumlar gibi gözükse de temelinde mutlaka hayır olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Rabbimizin bize verdiği sıkıntıları, O’na yakınlaşmak için bir vesile olarak algılarsak, üzerimizdeki merhametini de anlamış oluruz. Karaya çıkıp kurtulunca sırtını dönen nankör kullarından olmamak dileğiyle..

Altuğ ÖZTÜRK