Archive for Ağustos 2019

Hz. Ali’nin r.a.torunu İmam-ı Zeynelâbidin Hazretlerinin “Önemli Durumlarla Karşılaştığında Yaptığı Dua”:

Hz. Ali’nin r.a. torunu İmam-ı Zeynelâbidin Hazretlerinin “Önemli Durumlarla Karşılaştığında Yaptığı Dua”:
Bismillahirrahmanirrahim,
Ey çetin işlerin düğümü yardımıyla çözülen!
Ey sıkıntıların engeli desteğiyle aşılan!
Ey huzura ermek için yanında çıkış kapısı aranan Allahım!
Tüm güçlükler Senin kudretine boyun eğmiştir.
Sebepler lütfunla vesile haline gelmiştir.
Hüküm Senin kudretinle cereyan etmiştir.
Her şey Senin iradene uygun olarak olup bitmektedir.
Her türlü önemli işte dua edilen Sensin.
Musibetler karşısında Kendisine sığınılan Sensin.
Senin savdıklarından başkası savılamaz.
Senin kaldırdıklarından başkası kaldırılamaz.
Ya Rabbi! Başıma, ağırlığı belimi büken bir iş geldi, taşımasından mecalim tükenen bir musibet çöktü.
Bunu kudretinle bana Sen gönderdin.
İradenle bana Sen yönelttin.
Başa getirdiğini Senden başka giderecek yoktur, yönelttiğini Senden başka çevirecek yoktur.
Kapattığın kapıyı Senden başka açacak ve açtığın kapıyı da Senden başka kapatacak yoktur.
Zorlaştırdığını Senden başka kolaylaştıracak yoktur.
Yardımsız terk ettiğine Senden başka yardım edecek yoktur.
Ya Rabbi! Hz. Muhammed ve âline salât eyle, benim içinde lütfunla bir kurtuluş kapısı aç!
Üzerimdeki üzüntünün hâkimiyetini kudretinle kır!
Şikâyet ettiğim hâlime güzel bir ibret nazarıyla bakmamı nasip et!
Dileğimi yerine getirerek iyiliğinin halâvetini tattır, katından bir rahmet ve huzur dolu bir ferahlık ver!
Tarafından bana güzel bir kurtuluş kapısı lütfet.
Farzları hatırlamama, sünnetleri yerine getirmeme engel olacak kaygı dolu meşguliyetler verme!
Ya Rabbi! Başıma gelen bu sıkıntıdan dolayı çaresiz kaldım, uğradığım bu musibetten dolayı gönlüm kederlerle doldu.
Oysa başımdaki bu sıkıntıyı kaldırmaya, düştüğüm bu musibeti defetmeye Senin gücün yeter.
Her ne kadar hak etmiyorsam da, ne olur bunu benden esirgeme, ey büyük Arş’ın Sahibi!

İmam-ı Zeynelâbidin, Sahîfe-i Seccâdiye

ŞEHİDLERİMİZE

ŞEHİDLERİMİZE

Selam söyle cennete, kurtuldum dünyadan de
Şahadetle uyandım geçici rüyadan de

Biz layık olamadık Hak yolunda cihâda
Rabbim seni erdirsin istediğin murâda

Ne kadar bahtiyarsın Rasûlüllah kucaklar
Ebedî dalgalanır mezârında bayraklar

Sen ki bir akıncısın önden vardın cennete
Kavuştun Yaradan’dan sonu gelmez nîmete

Sade gıbta ederiz gidişine ey şehîd
Arttı şahadetinle Kızılelma’ya ümîd

Ezanlar yükseliyor ruhun gibi Allah’a
Sayende ulaşıyor millet kutlu sabaha

Kâfî’ye bu imânı veren Allah’a şükür
Ey şehîd cennetlerde ebediyyen keyif sür

23 Ocak 2018

Kâfî

GEÇER

GEÇER

Dayanma bu dünyaya taşıdığın cân geçer
Ömrünce yaşadığın yakıcı hicrân geçer

Döktüğün gözyaşları karışır topraklara
Üstünden nice bahâr ve nice hazân geçer

Gönlündeki âteşi anlamaz yârin bile
Âteşin köz olsa da sînende nişân geçer

Zülfünün rüzgârına açarsın varlığını
Bûseler lütfettiği mest olduğun an geçer

Ne kaldı bu âlemde aşkından gayrı senin
Önce sen geçersin de ardından cânân geçer

Geçmektir bu âlemde var olmaya tek sebeb
Saltanatla yaşayan nice bin sultan geçer

Kâfî sen de geçerken ardında eser bırak
Her mısraın altından sayısız, figân geçer

25 Ağustos 2019
Kâfî

ÖRTÜNMEK KADINLIK ŞAHSİYETİNİ KORUMAKTIR

İslâm’da tesettür farzdır. Zira âyet-i kerîmede hanımların tesettüre riâyet etmesi şöyle emredilmektedir:

“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” (el-Ahzâb, 59)

Âyette zikredilen “celâbîb” kelimesi, “cilbâb”ın ço­ğu­lu olup lügat­te; ge­niş el­bi­se, göm­lek ve başör­tü­sü gi­bi mânâlara gelmektedir. Yani ka­dı­nı baş­tan aşa­ğı ör­ten manto, ferâce ve çar­şaf gi­bi giy­si­ler, cil­bâb muhtevâsına girmektedir. Cilbâb, esasında vücut hatlarını belli etmeyen örtüdür. Bugün maalesef sokaklar, bütün vücut hatlarını ortaya döken, dar, süslü ve câzibeli bin bir türlü dış kıyafetle dolu. Lâkin bu aslâ tesettür değildir. Dış kıyafet, bol olmalıdır. Vücut hatlarını belli etmemeli, “Baksana bana!”, dedirtmemelidir. Tesettür, kadın için iffetin muhâfazasıdır. Tesettür, kadının fazîlet timsâli olması için bir vesîledir.

ÖRTÜNMEK KADINLIK ŞAHSİYETİNİ KORUMAKTIR

İnsanoğlu, Allah Teâlâ’nın lûtfettiği insanlık şeref ve haysiyetini muhâfaza edebilmek, yani vakar, hayâ ve ciddiyetini koruyabilmek için örtünmeye mecburdur. Örtünmek, yaratılıştan gelen hayâ duygusu ile doğrudan alâkalıdır. İnsana mahsus bir keyfiyet olan hayâ ise îmandan bir şûbedir.

Kadının örtünmesiyle kadınlık şahsiyeti korunmaktadır. Kadın, örtüsüyle karşısın­dakine bir zarâfet ve nezâket hissi vermektedir. Aksi hâlde kadın, nefsânî arzuları tahrik eden bir şehvet vâsıtası hâline getirilmiş olur. Bu ise onun şahsiyet ve haysiyetini ayaklar altına alarak annelik vakârını zaafa uğratır.

Yine âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesnâ olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler…” (en-Nûr, 31)

Sa­fiy­ye bin­ti Şey­be şöy­le an­la­tır:

“Biz Âişe–radıyallâhu anhâ– ile bir­lik­te idik. Hazret-i Âişe de­di ki:

«Nûr Sûresiʼndeki “Ka­dın­lar başör­tü­le­ri­ni ya­ka­la­rı­nın üs­tü­ne tak­sın­lar…” âyeti inin­ce, Ensârʼın er­kek­le­ri bu âyetleri oku­ya­rak evlerine dön­dü­ler. Bu er­kek­ler eş­le­ri­ne, kız, kız kar­deş ve hı­sım­la­rı­na bun­la­rı oku­du­lar. Bu ka­dın­lar­dan her bi­ri elbise ku­maş­la­rın­dan, Al­lâh’ın ki­ta­bı­nı tas­dik ve ona îman ede­rek başör­tü­sü ha­zır­la­dı­lar. Er­te­si sa­bah, Hazret-i Pey­gam­ber’in ar­ka­sın­da başör­tü­le­riy­le sa­bah na­ma­zı­na dur­du­lar.” (Buhârî, Tefsîru Sûre, 24/12; Ebû Dâvûd, Libâs, 29; Ah­med bin Han­bel, VI, 188)

Abdullah bin Mes’ûd, Mekke’ye ticaret için geldiğinde, Allah Rasûlü –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i Hazret-i Hatîce ve Hazret-i Ali ile birlikte Kâbe’yi tavâf ederken gördüğünü ve bu esnâda Hazret-i Hatîce’nin tesettüre çok dikkat ettiğini söylemektedir. (Zehebî, Siyer, I, 463)

KADININ CAZİBESİ YALNIZCA KOCASINA TAHSİS EDİLMİŞTİR

Burada bilhassa işâret edilmesi gereken nokta şudur: Kadın ve erkek nefisleri arasında yaratılış itibâriyle fark vardır. Bu da, kadın ve erkeğe âit vazife ve hu­sûsiyetlerin Cenâb-ı Hak tarafından farklı şekilde tâyin ve takdir edilmesinden doğmuştur. Bunun için tesettürün, kadına âit şekli ile erkeğe âit şekli farklılık arz eder. Zira kadın, yaratılış bakımından, erkeğe göre câzibelidir. Tesettürden uzaklaşarak kendisini topluma bir nevî deşifre ettiğinde, nezâket ve zarâfeti zedelenir. Annelik vasfı ve nesli koruma husûsiyeti zarar görür.

Bu bakımdan kadının câzibesi, tesettür emri ile yalnız kocasına tahsis edilmiştir. Çünkü kadın ve erkek arasında neslin devamı için birbirlerine karşı değişmez bir fıtrî te­mâyül mevcuttur. Tesettür emrine riâyet edilmediği takdirde bu meyil, insanı, ilâhî hudutları çiğnemek gibi felâketlere dûçâr eder. Bu ise toplumda ahlâkî çöküntüye sebep olur.

Nitekim Cenâb-ı Hakk’ın:

“Zinâya yaklaşmayınız!..” (el-İsrâ, 32) emrindeki hikmetlerden biri de; “Tesettüre riâyetsizlikle zinânın yolunu açmayınız; ona imkân hazırlamayınız!” demektir. Bu, mutlak bir hükümdür. Dikkat edilirse, İslâm, zâhiren câzibesi olmayan bir kadına da tesettürü emretmiştir. Yani “Bu kadın, başını, kolunu ve ayaklarını açsa da açmasa da bir şey fark etmez, zâten bir câzibesi yoktur.” denilemez. Burada da kadının, tesettürle kadınlık vakâ­rının korunması esastır.

Kadınlar; el, yüz ve ayakları hâriç bütün vücutlarını, erkekler de diz kapağı ile karın arasını örtmelidir. Mahrem yerlerini gösterecek kadar ince, vücut hatlarını belli edecek kadar dar elbise giymek, doğru değildir. Bunun dışında herkes, tesettüre riâyet etmek şartıyla, şahsî ve mahallî zevkine, kültürüne göre istediği şekilde giyinebilir.

Rasûlullah –sallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz, Hazret-i Âişe–radıyallâhu anhâ-’nın ablası Esmâ’nın ince bir elbise giydiğini görünce başını çevirmiş ve:

“–Esmâ! Bülûğa erdikten sonra kadınların, -yüzüne ve eline işâret ederek- şu ve şundan başka bir yerinin görülmesi doğru olmaz!” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Libâs, 31/4104)

GİYİNDİKLERİ HÂLDE ÇIPLAK GÖRÜNEN KADINLAR

Ebû Hüreyre –radıyallâhu anh-’tan rivayet edildiğine göre Rasûlullah –sallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz tesettürün ehemmiyeti ile alâkalışöyle buyurmuştur:

“Cehennemliklerden kendilerini dünyada henüz görmediğim iki grup vardır: Biri, sığır kuyrukları gibi kırbaçlarla insanları döven bir topluluk. Diğeri, giyinmiş oldukları hâlde çıplak görünen ve öteki kadınları kendileri gibi giyinmeye zorlayan ve başları deve hörgücüne benzeyen kadınlardır. İşte bu kadınlar cennete giremedikleri gibi, şu kadar uzak mesafeden hissedilen kokusunu bile alamazlar.” (Müslim, Cennet, 52)

Buradaki “giyinmiş çıplaklar” ifâdesiyle, sadece süslenmek için giyinen, dışarı çıkarken daha câzip ve dikkat çekici kıyafetler kullanan ve vücut hatları belli olacak şekilde dar ve şeffaf elbiseler giyen kimseler kastedilmiştir.

Bugün maalesef televizyon, internet, moda ve reklamlar vasıtasıyla topluma “âhiretsiz bir dünya” anlayışı sunulmaktadır. Bu da âile hayatına zehir serpmektedir. Hiç şüphesiz sâliha anneler ömürlük bir teşekküre lâyıktır. Buna mukâbil, vakar ve iffetini zâyî eden kadınlarla toplumun mânevî huzur ve saâdet yolları, âdeta cam kırıklarıyla dolmaktadır.

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’nın yanına, Şamlı kadınlardan bir grup gelmişti. Hazret-i Âişe:

“Sizler herhâlde, hanımları hamamlara giren (orada tesettüre dikkat etmeyen) bölgedensiniz!” dedi. Kadınlar; “Evet!” diye cevap verdiler. Hazret-i Âişe:

“Ama ben, Rasûlullâh –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in; «Elbisesini evinin hâricinde bir yerde çıkaran her kadın, mutlakâ Allah ile kendi arasındaki perdeyi yırtmış olur.» buyurduğunu işittim.” dedi. (Ebû Dâvûd, Hammâm, 1/4010; Tirmizî, Edeb, 43/2804)

TESETTÜR, KADINA VERİLMİŞ KIYMETİN TEZAHÜRÜDÜR

Velhâsıl tesettür, kadını hem fizikî, hem de rûhî olarak muhâfaza altına alan bir kalkan mesâbesindedir. Kadın, tesettürden uzaklaştığı ölçüde kadınlığına has nice meziyetlerini de yitirmektedir. Lâkin tesettürlü ve vakarlı bir hanım; hayat boyu bir iffet âbidesi olarak ömür sürer.

Tesettür emri, İslâm’da kadına verilmiş olan yüksek mevkî ve kıymetin de mühim bir tezâhürüdür. Nitekim değerli hazineler, en güzel şekilde muhâfaza edilir; tutup da hırsızların gözleri önüne serilmez. İşte müslüman kadın, kendisine verilen yüksek kıymet sebebiyle yabancı bakışların yıpratıcı ve incitici tesirinden tesettür sâyesinde muhafaza edilmek istenmiştir. Tesettürün en büyük hikmetlerinden biri de budur.

Pakistan’ın mânevî mimarı Muhammed İkbâl, İslâm toplumunda Müslüman hanımın mevkiini şu edebî ifâdelerle beyân etmektedir:

“Ey örtüsü, namusumuzun perdesi olan müslüman kadını! Senin yüzündeki nûr, îman kandilimizin sermâyesidir. Yaratılışındaki safvet; Hak’tan bize rahmettir; dînimizin kuvveti, ümmetimizin varlık esasıdır.

Evlâdımız sütten kesilir kesilmez, ona kelime-i tevhîdi ilk öğreten sensin. Senin muhabbetin, bizim hâlimizi, fikrimizi, sözümüzü, işimizi tanzim eder.

Ey dînî nîmetlerin kendisine emânet edildiği İslâm kadını!..

Toplum fidanının âb-ı hayâtı sensin. Ümmetin emânetini koruyan muhafız sensin. Fıtratındaki ulvî hasletleri aklınla keşfet! Hazret-i Fâtıma, senin için bir numûnedir; ondan gözünü ve gönlünü ayırma! Tâ ki, senin dalın da bir Hüseyin meyvesi versin; gülistan, eski mevsimi getirsin.”

Rasûlullah –sallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz’in şu niyâzıyla Cenâb-ı Hakk’a ilticâ ediyoruz:

“Allâh’ım! Sen’den hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği isterim!” (Müslim, Zikir, 72)

Âmîn…

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Genç Dergisi, Eylül 2014.

“Eğer şükreder ve iman ederseniz Allah size niye azap etsin ki?

Bismillahirrahmanirrahim
“Eğer şükreder ve iman ederseniz Allah size niye azap etsin ki? Allah şükrün karşılığını verendir, hakkıyla bilendir.” 
(Nisâ 147)
………………….
Bismillahirrahmanirrahim

“Andolsun, size yeryüzünde imkân ve iktidar verdik. Sizin için orada birçok geçim imkânları da yarattık. Ama siz ne kadar az şükrediyorsunuz!”

(A‘râf 10)

Bismillahirrahmanirrahim

“ İnsana bir zarar dokunduğunda bize yalvarır; sonra ona katımızdan bir nimet verdiğimizde, ‘Bunu ancak bir bilgi sayesinde elde ettim’ der. Aksine o nimet bir imtihandır ama çokları bunu bilmez.

Onlardan öncekiler de böyle sözler söylemişti; ama elde ettikleri şeyler onlara fayda vermedi.”

(Zümer Suresi, 49 ve 50)

Bu ilâhî mesajlarda şu noktalar dikkatlerimize sunulmaktadır:

1-İnsanoğlu genelde ihtiyaç, acizlik hallerinde Rabbini hatırlamakta ve ona yönelip yalvarmaktadır.

2- Rahatlık, bolluk ve güçlülük durumlarında ise bunları kendinden bilmekte ve adeta Mevla’yı unutmaktadır.

3- Sahip olunan tüm nimetler Allah tarafından insanlara imtihan için verilmiştir ve insanların çoğu bunun bilgi ve bilincinden uzaktır.

Evet, bugün “bizim malımız, bizim mülkümüz, bizim gücümüz, bizim servetimiz, bizim yetki ve hakkımız” diyerek sahiplendiğimiz tüm dünya nimetleri bizlere birer imtihan vesilesi olarak Yüce Yaratıcımızca sunulmuştur.
Tüm bize lütfedilenlerle nankörlüğün mü yoksa şükrün mü insanı olacağız?
Bütün bu verilenlerle itaatin mi yoksa isyanın mı adamı olacağız?
 Bize bahşedilen türlü nimetlerle, onları bize sunan Mevla’ya mı kul olacağız yoksa paranın, malın, mülkün, makamın, nefsin, şehvet ve arzuların mı kölesi olacağız?
 İşte dünya, tüm değer ve varlıklarıyla bu denemenin sahnesidir. Doğum-ölüm çizgisi olan hayat da bu imtihanın adıdır.
Biz İnsanoğlu,Aciziz, fakiriz. Her nimetin sahibinin Allah Teala olduğunu unutuyoruz, gaflet içindeyiz,
Oysa  Rabbimizin nimetlerini saymakla bitiremeyiz.
Hangi birini sayalım ki?
 Bizi bir insan olarak yaratmasını mı?
 Peki,Kalbimiz nasıl çalışıyor?  Kafamızın içinde neler var? Aklımız nasıl bir şey?  En önemlisi de ruhumuz. O nasıl bir şeydir?  Bilemiyoruz. En doğru sözü “bilemiyoruz” demekle söylemiş oluyoruz.
 Ama bu bilememek, şüphesiz ki onların Rabbimizin bize bir armağanı, bir hediyesi olduğunu bilmemek, bunları hiç düşünmemek mânâsına gelmiyor.
 Her nimeti O’ndan bilmeliyiz.

Peki,yeryüzünde halife olarak gelen insan vazifesi nedir?

Yaratılıştaki harikalığı görmek, Rabbinin yeryüzünde şahitliğini yapmak değil mi?

“Eşhedü en lâ ilâhe illallah” demek değil mi? “

Yüz yirmi dört bin peygamberin içinden sadece birine, Fahr-i Kâinat Efendimiz’e (asm) ümmet olmamız bile, asla ve asla ödeyemeyeceğimiz bir nimettir.
Evet, saymakla bitiremeyeceğiz demek, o nimetleri hiç düşünmemek ve onların üzerinde tefekkür etmemek demek değildir.

Oturup düşünelim. Bir kenara da not alıp bakalım. Sadece bir gün değil, bir saat içerisinde ne gibi nimetlerle kuşatılmış olarak yaşamımızı  devam ediyoruz, bir ince hesap edelim de bakalım,aklını kullanan  her kişi,hayretler içinde kalmamak mümkün değil.

Okuyup anlamak, anlayıp anlatmak ve yaşamak da bir nimet.
Rabbimizin nimetlerini saymakla bitiremeyiz.

Sahip oldukları nimetlerle, Allah’ın isteği doğrultusunda bir hayat sürmeye çalışan inananlar, Allah’ın kendilerine verdikleri rızıkları, hiçbir dünya menfaati beklemeksizin ihtiyaç sahipleriyle paylaşırlar.
Çünkü Allah’ın onlara verdiği her nimet Allah’ın rızasını kazanmada birer fırsattır. Bu davranışlarıyla onlar ahireti dünya hayatına tercih etmişlerdir.
Yüce Rabbimiz bize söyle sesleniyor:

“Şüphesiz Allah, insanlara karşı lütuf ve ikram sahibidir. Ama insanların çoğu şükretmezler.” (Yunus 60)

“Eğer şükreder ve iman ederseniz Allah size niye azap etsin ki? Allah şükrün karşılığını verendir, hakkıyla bilendir.” (Nisâ 147)

“Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (Ra‘d 7)

Evet,allah Teala bize ihsan ettiği sayısız nimetlere düşünerek,tefekkür ederek şükrümüz artırmalıyız,

tabi ki başta müslüman olduğumuz için her nefes alışımızdan şükretmek ,bizim Mevlaya olan sevgimizi bir ispatıdır.

Rabbim her daim ,her halde O’nu şükreden kullarından eylesin cümlemize

Amin.