Archive for Mayıs 2013

“Müslümanın derdiyle dertlenmeyen bizden değildir”

 

431986_10151624649457417_595263242_n“Müslümanın derdiyle dertlenmeyen bizden değildir” buyuruyor Peygamberimiz(sallallahu alleyhi ve sellem)
Bu görüntü karşısında dertlenmeyenler, görmezden gelenler ve sözlü ve fiili duasını esirgeyenler, bunun vebalini yüklenmeye hazır olsunlar. ”
İnanan bir gönül, kendi meseleleriyle alakadar olmasının yanı başında akrabasının, eşinin-dostunun, inanan kardeşlerinin hatta bütün bir insanlığın derdi ile seviyesine göre alakadar olur.
Fakat ne yazık çoğumuz”Âlem-i İslam’ın derdini içimizde hissetmiyoruz. Dünyanın bir yanı cayır cayır yanıyor. Sanki o yangın bizimle alakalı değilmiş gibi bencilce bir lafımız var. “Ateş düştüğü yeri yakar.” Böyle düşünen zihinler yerin dibine batsın. Bir mü’min “ateş nereye düşerse düşsün, o beni yakar” demeli. Yakınıma düşerse, daha yakın yakar, uzağa düşerse de yakar.
Müslümanlık budur.!
İman sahibi insanın, bunca etrafındaki problemlere gamsız kalması düşünülemez. Mutlaka elinden gelen bir şeyler olmalı ve elinden geleni yapmaya çalışmalıdır. İster, derdini paylaşacağı kimse, ister yanıbaşında isterse kilometrelerce uzakta, ister dindaşı soydaşı, isterse de dünyanın öbür köşesinde yardıma muhtaç herhangi biri olsun.. onun için yardımına koşacağı, derdini, ızdırabını içinde hissedeceği birileri vardır ve elinden geldiğince hepsine el uzatmaya çalışır. Hiç biri için “adam sen de” deyip umursamazlık edemez. Zira, umursamazlığın bir anlamda bindiği dalı kesmek olduğunu, o belaların bir şekilde dönüp dolaşıp bir gün kendisini de vuracağını çok iyi bilir.!

Âile Saâdeti

 

215635_10150227086740831_198924360830_8979440_3083656_nSâliha kadın, etrafına saadet saçan cennet kokulu bir çiçek gibidir. Kadın zeki olmalı; eşine ve âilesine kendisini sevdirmeyi bilmelidir. Bunun en emin yolu, kocasına itaatkâr ve hürmetli, çocuklarına şefkat ve ilgili olmaktan geçer. Dik başlı, inatçı olmak hiçbir insana bir şey kazandırmamıştır.

Âile saâdeti, çok mühim bir mevzudur. Çünkü erkek olsun, kadın olsun; âilesinde mutlu
olan kimse, genel itibariyle çevresine de mutluluk saçar. Âilesinde mutlu ve huzurlu olmayan kişinin gönlü de yine umûmiyetle gamlı ve dertlidir.
Cenâb-ı Hak, bütün varlıkları çift olarak yaratmış ve birbirine muhtaç kılmıştır. Dolayısıyla insan da erkek ve kadın cinsi olarak çift yaratılmıştır. İkisi, birbirinin ayrılmaz parçası ve birbirini tamamlayıcıdır.

İnsanın aklı, neye itibar ettiğine, neyin peşinde koştuğuna bakarak anlaşılır. Meselâ akıllı bir hanım, hayrı-şerri iyi anlamışsa, geçici dünya hayatındaki zevk ü safa, varlık ve konfora fazla takılmaz; böylece sarayda da olsa, kulübede de gönlü huzur içinde, âdeta iki dünyasını da cennet hayatı hâlinde yaşar. Çünkü dünyanın bütün varlık ve güzelliği, en muhteşem şekliyle de bizim olsa geçicidir, noksandır ve netice itibariyle insanın gönlünü tatmin etmez. İnsan, her şeye sahip olsa, hep daha fazlasını ister. Bu yüzden insanın gönlünü huzura erdirecek tek şey, Allâh’a iman, O’na duyulan muhabbet ve itaattir. Bunun dışındaki hiçbir şey, insanın ruhunu tatmin etmez.

Kadın ve erkekler de asıl saadeti, işte-güçte, makam ve mevkîde, rahat ve konforda aramamalıdır. Bunların sıkıntı ve meşakkati, beraberinde getirdikleri mutluluktan az değildir.

Âilede huzur, eşlerin sürekli birbirlerini dinleyip anlaması ve muhatabının kendisinden ne istediğine dikkat etmesi ile meydana gelir. Hanım, beyinin isteklerini anlamayı ve onları mümkün mertebe cevaplandırmayı öncelik hâline getirmeli; erkekler de hanımlarının gönlüne ulaşacak yollar aramalıdır.

Sâliha kadın, etrafına saadet saçan cennet kokulu bir çiçek gibidir. Kadın zeki olmalı; eşine ve âilesine kendisini sevdirmeyi bilmelidir. Bunun en emin yolu, kocasına itaatkâr ve hürmetli, çocuklarına şefkat ve ilgili olmaktan geçer. Dik başlı, inatçı olmak hiçbir insana bir şey kazandırmamıştır.

Akıllı ve sâliha kadın, kıymet biçilemeyecek kadar büyük bir hazinedir. Allâh’ı ve Peygamberini bilen, kulluğunu lâyıkıyla yerine getirmeye çalışan, kocasına saygı, hürmet gösteren, hayırlı işlerde kocasına itaat edip destek olan böyle bir hanımın kıymetini bilmeyen erkek de, başını duvarlara vursa yeridir. Çünkü kıymeti bilinmeyen, şükrü îfâ edilmeyen nimetler, elden alınır.

Evlilik hayatında, kadın ve erkek birer örtü gibi olmalı; birbirinin eksik ve kusurlarını kapatmalıdır. Hem birbirlerine karşı hoşgörülü ve affedici olmalı, hem de iki tarafın âilelerinden kaynaklanabilecek kusurları engin bir müsamaha ile affedebilmelidir. Zira en küçük meseleler bile üzerinde durula durula büyür. İncir çekirdeğini doldurmayacak basit meseleler dolayısıyla nice güzel yuvaların yıkıldığına çok kere şâhid olmuşuzdur. Akıllı ve firasetli olan âilelerde ise, en büyük meseleler bile küçülür, küçülür, âdeta bir “yok” hükmüne dönüşür.

Huzur ve saadet dolu bir yuvada yetişen çocuklarda, mutlu olurlar. Durmadan stres içinde yaşamaz; hayata karşı içlerinde kin, nefret ve öfke biriktirmezler.

Anne ve babalar, güzellikleri önce kendi şahıslarında uygulamalı ve çocuklarına örnek olmalıdırlar. Çocuk, anne ve babaya sevgi ile saygıyı, komşu ve misafirlere ikram ve ihtiramı, büyüklere hürmet, küçüklere merhameti hep âilede öğrenir.

Evlerimiz, Allâh’ın ve Rasûlü’nün öğrenildiği, öğretildiği birer küçük mektep olmalıdır. Çocuklarımız, bu dershânede, en güzel muallim olan anne ve babalarından, Allâh’ı ve Rasûlü’nün örnek ahlâkını öğrenmelidirler.

Kısacası, gönüllerdeki mutluluk evlere, evlerdeki mutluluk ise bütün mahalle ve sokaklara taşmalı; insanlık, Müslümanların gönül hânelerinin şefkat, merhamet ve muhabbeti ile huzura kavuşmalıdır. Cenâb-ı Hak, bizim yuvalarımıza da bu ilâhî sekinet ve huzuru nasib eylesin. Âmin.

Zahide Topcu 

Ey Hâdî-i Rahîm! Üzerimize hidayetini artır!

 

535027_556829191005619_349358455_n

Ey Ğafur-u Rahim! Elimi günahtan koru! Dilimi günahtan koru! Belimi günahtan koru! Gözümü günahtan koru! Kulağımı günahtan koru! Havass-ı zâhiremi ve bâtınamı günahtan koru! Bin kere bozmuş olsam da, tövbemi kabul et! Âmin.

Ey Hâdî-i Rahîm! Üzerimize hidayetini artır! Lütfunu artır! Rahmetini artır! Merhametini artır! Bizi hidayet üzere müstakim eyle!! Bizi istikamet üzere sabit kıl! Bize sebat …üzere muvaffakiyet lütfeyle! Tevfik ve hidayette ihlâsımızı eksik kılma! Âmin!

Ey Mabud-ı Bilhak! Ubudiyetimizi kemale erdir! Kulluğumuzu tamama erdir! Kusurlarımızı bağışla! Namazımızı tadil-i erkâna ulaştır! Rükünlerimizde ihlâsı müyesser kıl! Hükümlerimizden hikmeti kaldırma! Ruhumuzu İnsaniyet-i Kübra sırrına ulaştır! Din-i Mübinini anlamayı ve yaşamayı bize pahalı kılma! Âmin!
Süleyman Kösmene 

AŞK NEDİR ?

943613_10151691681619101_1693669351_n

AŞK NEDİR ?
Aşk, evrenin muhteşem bir güzellik ve düzen içinde yaratıldığı zamandan beri var oldu. İlk insanla birlikte insanlar arasındaki en renkli, en zevkli, en zengin bir duygu çağlayanıdır aşk.
Sevginin, en yoğun ve en coşkun bir şelâle gibi çağlamasını anlatan aşk, insanları birbirine bağlayan, birbirine yaklaştıran bir sihir, bir efsun âdeta. İnsanları neredeyse gözü kapalı cezbeden bu sırlar yumağı, çok tatlıdır, çok güzeldir, çok şirindir, çok keyif vericidir…
Ancak her aşkın önünde nice tuzaklar, nice zorluklar ve nice engeller vardır. Onları aşmak; yürek, cesaret, akıl, mantık, bilgi, hüner, sabır, azim ve hepsinden önemlisi bir yöntem ister. Bu erdemleri taşımaz ve yöntemini uygulamazsanız, sevdanız yarım, aşkınız sonuçsuz, yuvanız mutsuz olur.
İşte “Ömür Boyu Aşk”, her duygunun örselendiği ve başkalaştığı bir dünyada; sevgiye ve aşka nitelik ve kimlik kazandırmak için vardır.
Sevgi ve aşk, Allah’ın, “tüm yaratıkları seven ve onlar tarafindan çok sevilen” anlamındaki “Vedud” isminin bir tecellisidir, bir yansımasıdır. O, varlıkları sevdi ve sevgiyi yarattı. Sevgi olmasaydı, hayat olmazdı. Çünkü, her şey birbirine yabancılaşır, her şey birbirinden uzaklaşırdı.
Aşkın o kadar çok çeşidi var ki, para aşkından tutun, dünya aşkına, Peygamber aşkından Allah aşkına kadar birçok çeşidi vardır.
Benim işlediğim aşk, evlilikle sağlamlaşan, sürekli bir mutluluğu hedef alan, her türlü engeli aşma azmi taşıyan ve ömür boyu sürecek bir aşk.
Benim kast ettiğim kesinlikle, gelip geçici hevesler, günübirlik zevkler, en küçük bir engelde tükenen sevdalar değil.
Bizim aşkımız, sıradan bir kadın-erkek ilişkisi ya da flört değil. Hedefinde, evlilikle hayatı birleştirme bulunmayan, sonu acı ve gözyaşıyla biten geçici hevesler hiç değil.
Ne yazık ki, flört dönemi, insanların en fazla yalan söylediği, kendisini farklı tanıttığı ve karşısındakini yanlış tanıdığı bir dönemdir. Taraflar hem kendi kusurlarını alabildiğince gizlemeye çalışır, hem de sevdiğinin kusurlarını görmez. Muhatabını üzmemek için hoşlanmadığı şeylerden hoşlanmış gözükür. Sevdiğinin her eksik ve kusurunu te’vil eder, onlara iyi yorumlar getirir. Taraflar sanki yüzlerine birer maske takınmışlar, gerçek yüzlerini gizleyip, karşısındakinin hoşlanacağını sandığı bir kişilik sergilemişlerdir.
Evlenince bu maskeler çıkar. Amaç sevdiğine kavuşmak olduğu için artık amaca ulaşılmış, zahmete katlanmaya gerek kalmamıştır. Taraflar gerçek kişiliklerini sergilemeye başlar.
Sevenlerin odaklandığı nokta cismanî güzellik ise, sonuç daha da vahimdir. Çünkü, aşkın yöneleceği asıl adres; cisim değil, kalp ve ruhtur. Asıl cazibe ve güzellik, duygusallıkta ve ruhsallıktadır. Sevgiyi nefis adına cisme yöneltenin, arzusunun aksiyle tokat yemesi normaldir. Bu yüzden asıl güzelliği keşfedemeyenlerin evlilikleri her geçen gün sıradanlaşır ve mutsuzlukla sonuçlanır. Gerçi böyle bir evliliği kurtarmak da imkânsız değildir. Zaten benim “Ömür Boyu Aşk”taki çabam da buna yöneliktir.
Ben evlenince aşk biter, diyenlerden değilim. Aksine evlilikle aşkın daha da kökleşeceğine inanıyorum. Aşkı bitiren evlilik değil, bizim mutlu bir evliliği yürütmeyi bilmeyişimiz. Aşk kolay başarılabilecek bir olay değil. Biz hep bencilce yaklaşıyoruz. Oysa aşk aynı zamanda, özveridir, katlanmaktır, çile çekmektir. Aşk, şefkatla beslenen, sabırla ve azimle yürütülecek uzun bir maratondur. Bu koşuyu göze alamayan aşkı keşfedemez.
Her nimet bir külfet ister. Hiçbir şey bedelsiz değildir. Aşkın ve sevginin de bir bedeli var. Ödeyeceksiniz, katlanacaksınız, gerekirse çekeceksiniz. Ama, hep bir gün yepyeni bir dünyayı keşfetme umuduyla koşacaksınız. Ufukta mutluluğu göremeyen, o umut ve gayretle sabredemeyen aşkı yakalayamaz.
Bana göre, kazandıklarımız içinde aşkın bedeli en az ve en ucuz olandır. Bir yabancı dil öğrenmek için gecesini gündüzüne katan insanlar, bunun onda biri kadar birbirini anlamaya ve sevmeye gayret etseler dünya cennete döner.
Aslında sevgi ve aşk, bütün insanların yaratılışına Allah tarafından yerleştirilmiş. Her insan, sevdiğine veya eşine karşı coşkun bir sevgi hisseder başlangıçta. Ama bir müddet sonra engeller ve sorunlar cenderesinde öyle bir bunalır ki, sevmeye mecali kalmaz.
Aç, borçlu, hasta, bitkin, umutsuz, yaşama sevincini kaybetmiş bir kimse aşkı ve sevgiyi sürdürebilir mi? Sorunlar varsa, aile yuvası çatırdamaya başlar. Eşler bir yere kadar sabreder, daha sonra birbirlerini yanlış anlamaya ve olumsuz tavırlar sergilemeye başlar.
Ben diyorum ki, sorunları el birliğiyle aşarsanız, aşkı yeniden keşfedersiniz. Bu yüzden kitabımda, aşkla doğrudan ilgili görünmeyen, ama bana göre aşkı çok yakından etkileyen sorunlara da çözüm önerileri sunuyorum.
“Beni, yine, yeniden sev”

“Yağmurun sesine bak, aşka davet ediyor” diye başlar eski bir şarkı. Bunun gibi nice çağrıya uyup aşkın sihirli dünyasına girer çoğu insan. Varlığın en güzel, en gizemli ve en büyülü duygusu olan sevgi ve aşkın çoşkun sularına kapılanlar, sonlarının ne olacağını kestiremezler bir türlü. Aşkın cazibesine gözü kapalı dalmışlardır çünkü.

Âşıkların kimi azgın dalgalarla boğuşur, kimi bir Titanik gibi buzdağlarına çarpar, kimi boğulup okyanusun derinliklerinde kaybolur; pek azı da esenlikle sahile çıkar. Kıyıya çıkmak iyidir, hoştur; ama el ele tutuşup birlikte aşk denizine atladığınız sevgili yanınızda değilse, çektiğiniz acıları içinize sindirebilir misiniz?

Bir sevdaya tutulmak ve onu yaşamaktan daha zor olan tüm engelleri aşıp onu sürdürebilmektir. Önemli olan, aşkın nasıl olması değil, nasıl sürdürüleceğidir.
Buna inandığım için, aşka şimdiye kadar yaklaşılan tarzdan çok farklı bir bakış açısı getiriyorum. Herkesin beraber olduğu eşine, yeniden âşık olmasını, sıradanlığı aşka çevirmesini öneriyorum. Şöyle diyorum, aşk kadar güzel cümlelerle bir kanaviçe gibi süslediğim kitabımda:

“İnanıyorsanız, güçlüsünüz. Aşkınızı ve sevdanızı, hiçbir dert engellemesin. İsterseniz, başarırsınız. Coşkunuzu ve mutluluğunuzu, hiçbir sıkıntı gölgelemesin. Sorunlarınızı çözmek sanıldığı kadar zor değil. Sizi ve eşinizi, yolları sevgi çiçekleriyle süslenmiş aşk sarayına doğru koşmaya çağırıyorum. Göz kamaştırıcı renk cümbüşü size arkadaşlık edecek. Bu uzun yolda koşarken biraz zahmet çekeceksiniz, yorulacaksınız belki. Ama, sevgiyi ve aşkı yeniden keşfedeceksiniz.”

Aile içi ilişkilerde geleneksel bakışları sorgulayıp “erkek egemen” anlayışı eleştiriyorum. Eşlere “sevginin önündeki engellerle” savaşmayı öneriyorum. Sizleri, gönüllerinizdeki küllenen aşk ateşini tekrar alevlendirmeye çağırıyorum:

“Özlemiyle yandığınız sevgiliye kavuştuktan sonra bile aşkı bütün güzelliğiyle ömür boyu yaşayabilirsiniz. Rengârenk saadet çiçekleriyle bezenmiş aşk sarayı, ulaşılamayacak kadar uzaklarda değil, sizin içinizdedir. Evlenince söndüğünü sandığınız aşk ateşini alevlendirmek ve mutluluk şatosunu aydınlatmak için size ve eşinize bir kıvılcım yetebilir. Eşiniz sevgiliniz, eviniz cennetiniz, aşkınız ömür boyu olabilir. Deneyin. İnanırsanız, başarırsınız…”

Cemil TOKPINAR

REGAİB KANDİLİMİZ MUBAREK OLSUN!…‏

21131_10151468614078598_703694800_n

REGAİB KANDİLİMİZ MUBAREK OLSUN!…

Rahmet ve bereket iklimi olan üç aylara girmiş bulunmaktayız. Üç Aylar, günahlardan arınma, sevaplarla bezenme mevsimidir.
Üç ayların ilki Recep ayının ilk Cuma Gecesi Regaib Gecesidir..

Regaip kelimesi bolluk, bereket, fazilet anlamına gelir. Bu gece Allah’ın lütuflarının bol bol verildiği bir gecedir ve üç ayların ilk kandil gecesidir.

Receb’in ilk cuma gecesine Regaib gecesi denir. Bu geceye Regaib gecesi ismini melekler vermişlerdir. Her Cuma gecesi kıymetlidir. Bu iki kıymetli gece bir araya gelince, daha kıymetli oluyor. Allahü teâlâ, bu gecede, müminlere, ihsanlar, ikramlar yapar. Bu geceye hürmet edenleri affeder. Bu gece yapılan dua kabul olur, namaz, oruç, sadaka gibi ibadetlere, sayısız sevaplar verilir. Regaib gecesini ibadetle geçirmeli, kazası olan, hiç değilse bir günlük kaza namazı kılmalı! Kazası olmayan da nafile namaz kılar, Kur’an-ı kerim okur, tesbih çeker, tövbe istiğfar eder. Perşembe günü oruç tutup, gecesini de ihya etmek çok sevaptır.
Receb ayında oruç tutmak faziletlidir.

Peygamberimiz; (sallallahu alleyhi ve sellem) “Recep ALLAH’ın ayıdır, Şaban benim ayımdır, Ramazan da ümmetimin ayıdır.” Buyurmuşlardır….

Recep tohum ekme.. Şaban muhabbet… Ramazan ise yakınlık ayıdır.

Yıl, ağaç gibidir. Receb ayı ağacın yapraklı, Şaban meyveli, Ramazan ise meyvesinin toplanacağı zaman gibidir. Receb tohum ekme, Şaban sulama, Ramazan ise hasad ayıdır….
Receb hürmet, Şaban hizmet, Ramazan ise nimet ayıdır.

Üç Aylar bütünüyle Rabbimiz’in bizlere ikram ettiği faziletli ve feyizli bir zaman dilimidir. Yapılan dileklerin Alemlerin Rabbi’ne ulaştığı, dökülen pişmanlık gözyaşlarının günahları silip yok ettiği bir kandiller geçididir. Melekî olduğu kadar şeytanî özelliklere de sahip, günah işlemeye müsait insanoğlunun günahlarından temizlenmesi için kaçırılmaz bir fırsattır.
Bir mümin için, manevi bir doktorun elinde ve emrinde nefsini islah edip, kalbini tedavi ve ihya edeceği en müsait ayları, günleri, geceleri yaşamaktayız.

Tufanı bütün dehşetiyle görüp de Nuh Aleyhisselam’ın gemisine binmek veya binmemek neyi ifade etmiş ise, bugün içinde bulunduğumuz tufanlarından kurtulmamız için bu gün ve geceleri ilâhi bir fırsat bilerek kurtuluşa koşmak da aynı manayı ifade etmektedir.
Rahmet iklimi olan ‘üç aylar’ bir aydınlık kandille başlıyor.
Bereketi ve mağfireti bol olan manevi bir mevsime girişin ilk kapısı.
HAYIRLARA VE GÜZELLİKLERE VESİLE OLSUN İNŞAALLAH..
KANDİLİNİZ MUBAREK OLSUN…