Archive for Eylül 2011

“Rabbiniz buyurdu ki: “Bana dua edin, size icabet edeyim…” (Mümin Suresi, 60)

Yüce Allah her yeri sarıp kuşatan, insana şah damarından daha yakın olan, insanın içinde gizlediklerini bilendir. İnsanın içinden geçen hiçbir düşünce O’na gizli kalmaz. Gönülden yönelerek Allah’tan bir istekte bulunmak için insanın yalnızca düşünmesi yeterlidir. İnsanın sinesinin özündekini Rabb’i duyar ve samimi kulunun duasına karşılık verir.
İnsanın Allah’a yönelerek, O’nun sonsuz ve sınırsız gücüne sığınarak yardım dilemesi samimi duadır. Dua, kulunun Rabb’i ile olan özel bağlantısıdır. Kişinin içinden geçen tüm istekleri, Allah ile arasında gizlidir, bir başka kişi bilemez; muhatap Allah’tır.
Allah’ın kendilerine en yakın varlık olduğunu, edilen duaları duyduğunu ve tüm dualara icabet ettiğini en derinden hissedenler, samimi müminlerdir. Çünkü onlar Allah’ın sonsuz gücü karşısında kendilerinin insan olarak ne büyük bir acz içerisinde olduklarının bilincindedirler. Kendisinden yardım dilenecek ve karşılık beklenecek olan yalnızca Allah’tır ve insanı yaşadığı zorluktan kurtaracak, karanlıktan aydınlığa çıkaracak olan da ancak O’dur.

Yalnızca çaresiz kaldığı zor zamanlarda değil, insan her zaman ve her durumda Allah’a yönelmelidir. Çünkü insanın yaşamında Rabb’ine muhtaç olmadığı tek bir an bile yoktur. Dua etmek için bir musibet gelmesini beklemek yanlıştır.
Dua, Allah’ın yakınlığı hissedilerek, O’nun sonsuz büyüklüğü ve gücü düşünülerek ve buna kesin kanaat getirilerek edilmelidir. “İsimlerin en güzeli Allah’ındır. Öyleyse O’na bunlarla dua edin.”(Araf Suresi, 180) ayeti gereği Allah’a güzel isimleriyle; esirgeyici, bağışlayıcı, affedici, kullarına karşı çok şefkatli ve merhametli olduğunu bilerek dua etmek, O’nun yakınlığını ve rahmetini çok daha iyi kavramaya vesile olur.
Allah’tan “sabırla ve namazla” (Bakara Suresi, 45) yardım dilemek, her ibadette olması gerektiği gibi duada da sabırlı olmak insanı olgunlaştırır. Duasının karşılığını ise kişi, manevi bir derinlik kazanarak alır.

Allah’ın gücünü gereği gibi takdir edemeyenler O’nun dualarına icabet edeceğinden kuşku duyarlar. Oysa tüm olaylar Allah’ın belirlediği kader doğrultusunda gelişir. Hiçbir şey rastlantılarla oluşmaz; Allah’ın kontrolündedir. Yaşananlar karşısında olumsuz düşüncelere kapılacağı yerde insan dua etse, sorunu da çözülecektir. Dua çok güçlüdür; istediği bir şey için insan kafasını çok yorar ancak dua ettiği zaman konu çok kolaylaşır. Bu gerçeklerin şuurunda olan mümin, duasına karşılık alamamak gibi bir kuşkuya kapılmaz.
İnsan, Rabb’ine karşı kulluk bilincinde olduğu sürece Allah Katında değerlidir. Bu, “…Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi? (Furkan Suresi, 77) ayetiyle haber verilen gerçektir.
Yüce Allah merhamet edenlerin en merhametlisidir. Hata yapan, günah işleyen kulunu Kendisinden bağışlanma dilediği takdirde bağışlayıcıdır. Bu nedenle, dua ederken Allah’ın esirgeyen ve bağışlayan sıfatlarının bilincinde olarak, hatalarımızı itiraf ederek, ümit içinde O’na dua edelim. Niyet edip, yalvara yalvara dua edelim…
“Rabbiniz dedi ki: “Bana dua edin, size icabet edeyim…” (Mümin Suresi, 60)

Niyet Hizmettir ; Hizmet Nimettir…”

Niyet Hizmettir ;  Belki bir gülümsemeyle başlar, hizmetin yolculuğu, kim bilir…
Kapısını çarpıp çıkmış gönlü kırık bir rûha rüzgar olur; nefes olur, yüzüne dokunur o tebessüm…

Bir adres sorana verilen saygılı bir cevaptır belki de, gönle işlenir gidilecek yer böylece…

 Zannederiz ki, Allâh’ın yolunda hizmetin çeşitleri bellidir ve zannederiz ki, hizmet yolunda kariyer gerekir. Unutur gideriz, fark etmeyiz, bir annenin diplomasız pişirdiği yemektir hizmet… Bir babanın evine ekmek götürme arzusudur kalbindeki… Evlâdın attığı adımdır okula giden, çözdüğü sorudur hizmet… Zaman gelir, her biri yerini bulur elbet… Rabbiyle şah damarından daha yakın bir muhabbete benzer bu kapının yürekteki varlığı… Ağza atılan lokma, niyetine göre değişir zevk ü sefâ da olur, cevr u cefâ da… Gönle düşen o sihirli kelime var ya, işte odur hayata kalite getiren… “Niyettir” bizi vardığımız yerde bekleyen…

Bazen bir belgesel izlenirken duyulan şaşkınlıktır hizmet… Ardından O Yüce Yaratıcı’nın idrâk ötesi mükemmelliğini keşfetmek… Çünkü an gelir, o şaşkınlık, cümle olur, başka kulaklardan içeri girer, zihinlere oturur. Ve hizmet, Yüce Yaratıcı’nın yeryüzündeki imzalarının dillendirilmesiyle mânâ kazanır, bereket olur.

Sevmektir hizmet… Rabbin yarattığı muhabbeti çoğaltmaktır ve çoğalmasına vesile olmaktır. Çünkü sevmek fedakârlık, sevmek duâ, sevmek candır… Sevilene emektir, sevene rahmettir. İçine işleyen sıcaklıkla üşütmemektir kimseyi, kollamaktır dışarıda kalmış kimsesizleri… Sevdiğinin hizmetini kendi yoluna eklemek ve bereketlendirmektir dünyayı…

Hizmet bir zincirdir, başlatan da kazanır, sona eklenen de… Ve hayat, Muhabbetin Sahibi’ne karşı hizmete dönüşür, nihayet iki dünya şenlenir…

 Bir kusuru örtmektir, bir yanlışı affetmek, tahammülü zor olana sabretmektir hizmet… Göze çarpan hatayı gönlünle silmek, dilinle yok etmektir. Dosta-düşmana muhabbetin perdesini açmak, soğuk bir kalbi yeniden ısıtmaktır. Tanımadığın bir mezarlıktan geçerken okuduğun bir Fâtiha’dır, bir rûhun damlattığı gözyaşını silen, iki kelimelik cümledir hizmet… Bir sofraya alınan ekmek, bir fakire verilen bozuk paradır cepteki…

Ama biz fark etmeyiz, önümüzdeki bir niyet ile güzelleşecek, hizmete dönecek sadelikleri… Büyütürüz gözümüzde atılacak adımları, külfetle başbaşa bırakırız onları… İsimler takarız, bahanelerini hazırlar, tembelliğimize kılıf ararız. Kurulacak bir cümle, yüreğe kabul olmuş bir ruh, yüzdeki minik bir tebessümün mânâsını değiştirmedikçe niyetimizle, iflah olamayız; ne bugünümüzde, ne geleceğimizde…

Artık bilmeliyiz, zahmet değil, zorluk değil, niyet ile kendi kendine çoğalan güzelliktir hizmet… Ve bekler… Sadeliklerden doğan, bütün gönüllerden âhirete azık olmaya adanan yola çıkmayı ister… Bekler..

Fatma ALADAĞ/Şebnem DERGİSİ

Her insan aslında bir çiçek değil midir?‏ ALİ ÖZKANLI

Her insan aslında bir çiçek değil midir? Güneşin her çiçeğin başını okşadığı, her yüze güldüğü gibi bizler de her çiçeğim başını okşamalı, yüzüne gülmeliyiz değil mi? Eğer böyle yaparsak o zaman çocuklar, güneşe bakan, ışığa âşık ayçiçekleri gibi yüzünü aydınlığa dönecektir.

Hangi çocuk narin, pembe yapraklı, ince nakışlı bir orkideden daha az hassas ve daha kıymetsizdir? Bir çocuğun doğuştan değersiz olduğunu kim söyleyebilir? Çocuk, kadife kumaşlı, kiraz renkli bir gül gibi başı dimdiktir. Çocuk, rengârenk kanatlı bir kelebek gibi göz alıcıdır. Çocuklarımız yaratılışı gereği renk renk, yaprak yaprak açan canım papatyalardan, bizlere gülümseyen hercai menekşelerden daha az renkli değildir. Leylaklar kadar güveni, zambaklar kadar kahramanlığı temsil etmez mi? Çocuk, anne sütü kadar temiz, su şırıltısı kadar ahenkli, bir elmas parıltısı kadar ışıltılı, güneş kadar sıcak, pamuk kadar yumuşak, kar kadar beyaz değil mi?

Çocuk, gözyaşlarımıza derman, yaralarımıza merhemdir. Onlar ruhumuza ayın on dördü gibi parlayarak gönlümüzü hoş eder. Onlara biraz tahammül, biraz sevgi, birazcık ilgi gösterdiğimizde dünyalarını şenlendirecek, pembe umutlara kanat açacaklardır. Dillerinde en güzel güfte ve bestelerin var olduğunu göreceksiniz.
 Tek çiçeği kendi bahçesinde, her rengi kendi renginde düşünmek ne kadar doğrudur. Kim böyle bir hakkı, hangi gerekçe ile kendinde görebilir. Kime dünyaya gelirken kendisinin torpilli olduğu, başkalarına merhamet edilmediği söylenmiştir. Yüzünde parıltılar saçan bir işaret, yüzünde ilahi kudretten bir nakış taşımayan hangi çiçek vardır ki? Yaratılana tahammül edememek, kibirlenerek çiçeğe hor ve hakir bakış, yaratanın yaptığını çirkin görüp, tenkit etmek kimin haddinedir?
 Onlar yaratılırken, dünyaya gözlerini açarken size mi sorulacak, sizden mi izin alınacaktı? Sizin gibi olmayan, sizin gibi düşünmeyen, size benzemeyen çiçeklerin nefesleri mi kesilmeli?
Suları mı kurutulmalı? Vücutları mı yok edilmeli?
Ne dersiniz?
Sizin gibi olmadığını düşündüklerinize hayat hakkı tanır mısınız?
 Buna tahammül edebilecek misiniz? Aynı anadan doğmaya önem verenler, aynı sanatkârın eseri olmaya niçin önem veremezler acaba! O daha değerli, daha kıymetli değil midir?
İnsanoğlu yeryüzünde Allah’ın halifesidir. Yaratılmışların en şereflisidir. Şerefli yaratılan insanlar arasında ayırım yapmak, ırkından, cinsiyetinden dolayı aşağı görmek, malından, şöhret ve mevkiinden dolayı farklı bakmak bilgisizlik değil de nedir? İnsanlar birbirlerinin kardeşidir. O halde kardeşlerin birbirini incitmesi, üzmesi, aşağılaması yakışır mı? Tabii ki yakışmaz.
ALİ ÖZKANLI

Kitab ve Sünnet’e uymayan bir amel salih değildir.‏

Yaptığımız bir amelin salih olması ve sevap yazılması için iki önemli şart vardır: Birincisi Allah rızası için yapmak, ikincisi de dinin emrettiği şekilde ilme ve edebe uygun tamamlamak.
Allah için yapılmayan bir ibadet, ya şirktir, ya da gösteriştir, tevbe edilmezse ikisinin de sonu ateştir.
Allah rızası için yapılan bütün hayır çeşitleri salih amel kapsamına girer. Farz, vacip, sünnet, müstehap, mendup gibi dinin emir, teşvik ve tavsiye ettiği bütün işler salih amel olarak tanımlanır. Salih amele hayırlı iş de denir. Salih ameller kalp, beden ve mal ile yapılabilir. İman, Allah için sevmek, ihlas, tevekkül gibi ameller kalple yapılan salih amellerden bir kaçıdır.

Namaz, zikir, oruç, hac, Allah yolunda hizmet, anne-babaya hürmet, fakirleri sevindirme, güzel davranışlar, helalinden rızık kazanma gibi işler, bedenle ve mal ile yapılan salih amellere örnektir. Haramlardan sakınmak da salih ameldir.
Kitab ve Sünnet’e uymayan bir amel salih değildir. Güzel ameli yapmak kadar korumak da önemlidir. Bir amelin ahirette fayda vermesi için, ahirete kadar götürülmesi ve korunması gerekir.
İyi işler övünme değil, şükür gerektirir
Salih amellerin yapılmasında ve korunmasında bazı engeller vardır. Her şeyden önce şeytan, kulun niyetlendiği hayır amele mani olmaya çılışır.

 Bunun için önüne bir sürü engel çıkarır. Bunu başaramaz ise, amelin içine riya, gaflet, cehalet katarak amelin sevabını azaltmaya veya hepten yok etmeye gayret eder. Onda da başarılı olamaz ise, ölene kadar kulun amelini çalmaktan ve zayi ettirmekten ümidini kesmez. Önce insanı ameline güvendirir; yaptığı hayırlar ile övündürür, kendini beğendirir, Allah’ın yardım ve rahmetini unutturur. Bazı hayırları başa kaktırır, hayır yaptığı kimseyi hor gördürür; böylece hayır ameli ahiretten önce yok etmeye uğraşır.
Şeytanın bunca engelinden geçirilip ahirete götürüldüğü halde, hesap anında elden çıkan hayırlar da mecuttur.

 Dünyada tevbe edilip helallik alınmayan kul hakları, gıybet, zulüm, hakaret, alay gibi günahların hesabı ahirete kalır. Bu günahları işleyen kimsenin hayır amelleri alınıp, hakkını yediği, malını çaldığı, gıybetini ettiği, alaya aldığı, bir şekilde zulüm yaptığı kimselere verilir. Öyle olur ki, dağlar gibi hayırla, namaz, oruç, hac, zikir ve hizmet sevabıyla Allah’ın huzuruna gelen kulun elinde hiçbir hayrı kalmaz. Alacaklılar daha bitmediği için onların günahları buna yüklenir ve cezasını çekmek için cehenneme sürüklenir. Bu kimseye ahiret müflisi denir.
Salih ameller övünme değil, şükür gerektirir. Yapılan iyiliklerle övünmek, nefsini beğenmek ve insanları küçük görmek amelin sevabını yok eder.
Güzel bir amel yaptıktan sonra, “ben bunun karşılığında muhakkak sevap alırım; bu sevaplarla cennetin kapısını açarım, yüksek makamlarda uçarım” demek doğru değildir. Yapılan bir salih amele sevap vermek Allahu Tealâ üzerine vacip değildir. Ancak O, mümin kulların yaptığı bir hayra karşılık en az on sevap vereceğini vaad etmiştir. (Enam/160). Bu O’nun rahmetidir. Bizler, yaptığımız amele değil, Allah’ın bu vaadine ve geniş rahmetine güvenmeliyiz.

Okumaya devam et

Hamd, ancak Allah içindir. O’na hamdeder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz.‏

Nefislerimizin şerrinden, amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. Allah kimi
hidayete erdirirse onu saptıracak yoktur, kimi de saptırırsa onu hidayete erdirecek yoktur.

Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet ederim. O, tektir ve ortağı yoktur. Ve şehadet ederim ki, Muhammed O’nun kulu ve Rasülü’dür.

“Ey iman edenler! Allah’tan sakınılması gerektiği şekilde sakının ve ancak müslüman olarak ölün.” (Al-i îmran: 102)

“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.” (Nisa:1)

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin. Ki Allah işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah ve Rasulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.” (Ahzab: 70-71)

Bundan sonra:

“Muhakkak ki, sözlerin en doğrusu Allah’ın
Kelam’ı, yolların en hayırlısı Muhammed (s.a.v.)’in yoludur. İşlerin en kötüsü ise sonradan uydurulanlardır. Sonradan uydurulup dine sokulan her amel bid’at, her bid’at sapıklık ve her sapıklık da ateştedir.”