Archive for Mart 2013

Mutsuzluğun Gerçek Sebebi

 

17766_617137314978979_683833325_nSevgisizliğin günümüzde tüm dünyayı sardığı, insanların birbirlerine gittikçe daha da yabancılaştığı çok açık bir gerçek. Cadde ve sokaklarda insanlar göz göze gelmiyor hatta birbirinin yüzüne bakmıyor. Samimi sevgi insanların ellerinden alınmış durumda ki bu, insanın ruhunun alınmış olması gibidir. Çünkü kişi sevgiyi yitirdiğinde adeta içi boşalır, manevî anlamda tükenir.

Etrafta hep soğuk ve donuk yüzlere rastlıyorsunuz. Sevginin ‘s’si yok. Oysa sevgi ve aşk hayatın gerçekleri. Allah sevgisi ve o sevginin türevleri olan diğer sevgiler, Allah’ın kulları için yarattığı büyük nimetler. 

Günümüzde gençler de mutlu değiller; çoğu mutluluk taklidi yapıyor. Evde, okulda, iş hayatında gençler sürekli sorunlar yaşıyorlar. Birçoğu sevgisizlikte artık yılmış durumda.

Gençler şükredemiyorlar. Örneğin çevresindeki pek çok şeye duyarsız kalan genç, arkadaşının kendisininkinden daha gelişmiş olan bilgisayarı karşısında ıstırap çekiyor. Ya da bir arkadaşında gördüğü yeni bir giysi, onun canını yakıyor; mutsuzluğu için yeterli oluyor.

Çoğu genç sürekli sıkıntılı, hiçbir ortama uyum sağlayamayan, karamsar ve her şeyden şikâyet eden bir ruh haline sahip oluyor. Hiçbir şeyi beğenmiyor ve başta ailesi olmak üzere herkeste bir kusur buluyor.

Arkadaşlarıyla dışarı çıktığında, ufak bir kıvılcımla aralarında gerginlik yaşanabiliyor. Genç barda alkolle bitkinleşiyor, sigara dumanıyla sersemleşiyor. Unutkan, bıkkın, asabi, alıngan oluyor, dikkat bozukluğu ve korkular yaşıyor. Yediğinden içtiğinden zevk almıyor, müziği beğenmiyor. Eğlenmek yerine acılar yaşıyor. Mutlu olmak için gittiği mekânlarda parasını ve zamanını tükettiği gibi, mutluluğunu da tüketiyor. Eve döndüğünde ise anne ve babasıyla tartışıyor.

“Ben neden böyle huzursuzum? Neden bu denli acı çekiyorum?” diye düşünmüyor. Bu acının kaynağını sorgulamıyor.

Oysa acının, mutsuzluğun kaynağı çok açık; Allah’tan uzak yaşamak.

İnsan imanı yaşamadığında para, yiyecek, içecek, zenginlik, kısacası her şeye sahip olsa da bir türlü mutlu olamaz. Elde ettiği her şeyi bir gün yitirebileceği korkusu içinde huzursuz bir yaşam sürer.

Sevgiyi yitirdiğinde, insanın içinde korkunç bir boşluk meydana gelir ve artık yitirilenlerin yerini sıkıntı, azap, korku, gerginlik, kuşku ve panik alır. Bu acıdan kurtulmak için de birçok insan ya uyuşturucu ya da aklı örten, insan bedenine ve ruhuna zarar veren tehlikeli maddeler kullanmaya başlar. Ve doğaldır ki sonuç da çok kötü olur. 

Şans oyunlarına yönelmenin, içki, sigara ve uyuşturucu bağımlılığındaki artışın en önemli sebeplerinden biri genç, yaşlı, kadın, erkek, zengin, fakir ayrımı olmaksızın insanların birçoğunun yaratılış amacından uzak yaşamasıdır.  Madde bağımlılığı, uyuşturucu haplar ve sinir ilaçlarının çok yoğun tüketilmesinin kökeninde dinin insanlara mutluluk veren yönünü görmeme vardır. Dini yaşamamanın verdiği acılardır bunlar.

Dünya hayatının bir imtihan mekânı olarak yaratıldığını düşünmeyen, Allah’ın her şeyi bir hikmet üzerine yarattığına iman etmeyen insanlar, şeytanın da telkinleriyle umutlarını tamamen yitirir, mutsuz yaşarlar.

 

Oysa şeytanın verdiği her zehrin panzehiri vardır; o ecza dolabında hiç eksik yoktur. İnsanın yapması gereken, “Ya da sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, Kendisine dua ettiği zaman icabet eden…” (Neml Suresi, 62) ayetinin bilincinde olarak, her ne durumda olursa olsun hacetlerin bitirilmesi, ıstırapların giderilmesi için tek merci olan Allah’a güvenmek ve samimiyetle dua etmektir. “…Oysa siz, onların umud etmediklerini Allah’tan umuyorsunuz…” (Nisa Suresi, 104) ayetiyle Allah, insanlara rahmetinden umut kesmemelerini buyurur.

 

Cahiliye insanlarının, umutlarını sürekli kılacak sağlam bir güvenceleri yoktur. Bu yüzden ufak bir olayda bile ümitsizliğe kapılırlar. İman edenler ise tüm kuvvet ve kudret sahiplerinin üzerinde olan Allah’a duydukları güven nedeniyle, en zor zamanlarda bile umutlarını güçlü tutarlar. Hep umutlu olabilmek stres ve sıkıntıdan uzak, mutlu bir hayat demektir.

Sahip olduğu nimetlerin Allah Katından bir lütuf olduğunu bilen bir insan için, sabah uyanabilmek dahi çok büyük bir nimettir. Adım atabilmek, yürüyebilmek, konuşup düşünebilmek bu kişi için büyük bir mutluluktur. İnsan nimetlerin değerini genellikle kaybettiğinde takdir eder. Ancak samimi inanan insan bu nimetleri verenin Allah olduğunun ve dilerse geri alabileceğinin şuurunda olduğundan, elindekilere şükreder.  Müminin mutlu olmak için dünyevi nimetlere ihtiyacı yoktur.

Ömürlerini Allah’a kulluktan uzak geçirmiş olan, sadece ‘iyi’ yaşamayı amaç haline getiren kişilerin aksine inananlar, endişeden, korkudan, güvensizlikten uzaktırlar. Çünkü isteklerini insanların değil, Allah’ın yerine getireceğini bilir, Allah’ın beğendiği gibi bir hayat sürdüklerinde, kendilerine en güzel karşılığı vereceğini umut ederler. Allah’ın nimetlerinden biri olan sevgiyi bu bilinçle, derin ve güzel yaşarlar.

Sevgisiz insanlar hem ruhsal, hem bedensel, hem de maddi yönden çökerler. Sürekli hata yapan, suç işleyen ve şeytanın bataklığa benzer karanlık sisteminde yaşayan bu kimseler için de ciddi ve yararlı olacak işler yapmak gerekir. Güzel ahlâka davet etmek, Allah sevgisinin o kucaklayıcı sıcaklığına insanları yaklaştırmak, gerçek sevginin güzelliğini anlatmak önemlidir.  Her şeye Allah aşkıyla bakmak, dünyadaki güzel ve mutlu yaşam için esastır. 

İnsanın en büyük destekçisi Allah’tır. İnsan için, Allah’a yakın olması ve O’na dayanmasından daha büyük destek yoktur. Nötr ve kalbe hitap etmeyen yöntemlerle psikolojik desteğin yararı olmaz. İnsanı korku, panik ve depresyondan uzak tutacak, kalbine şifa olacak tek şey, Allah’a sarılmaktır. O’na yakın olmak, O’na sığınmaktır.

Kalpler Allah’tan uzak kaldıkça körelir, kararır; Allah’ı anmaktan uzak kalınmamalı.  Allah’a ve Kur’an’a sarıldığında kalpler huzur bulur; Allah’ı zikrettikçe kalpler mutmain olur.  Allah tek sevgili hale getirilmeden mutluluk yaşanmaz.

 Fuat Türker

“Kurtuluş Allah’ın Kitabı(na uymakta)dır.‏

 

409367_349635825061223_1829013983_nEvlerimizdeki televizyon iktidarına zaman geçirmeden son vermemiz
gerekmektedir. Kendimizi ve ehlimizi cehennem azabından korumanın olmazsa
olmaz şartlarındandır bu.
Gelin şuna karar verelim: Evlerimizde televizyon dizileri değil, Allah’ın ayetleri yankılansın. Evlerimiz şeytani Batı kültürünün işgaline açık olmasın.
Televizyonun evlerimizde Truva Atı işlevi görmesine ve bizi yönetmesine izin vermeyelim. Ya onu kontrol etmeyi öğrenelim, o bize değil biz ona hükmedelim ya da evlerimizden çıkarıp atalım. Çünkü kontrol etmediğimiz takdirde televizyon ahlaksızlığın, yozlaşmışlığın evlerimizdeki Truva Atı işlevi görecektir.
Tedbir almazsak gözlerimiz önünde çoluk-çocuğumuzun televizyon tarafından gayri ahlaki anlayış ve yaşam tarzına yönlendirilmesine seyirci kalmış oluruz. Bu konuda üzerimize düşeni yapmazsak, kendi paramızla evimize soktuğumuz bu “sihirli kutu”nun çoluğumuzu çocuğumuzu nasıl bizlere
yabancılaştırdığını çeresiz izlemek zorunda kalırız.
Ahzab Suresi 34. ayet-i kerimede Yüce Rabbimizin buyurduğu gibi, evlerimizi
Kur’an ayetlerinin okunduğu, onlar üzerinde tefekkür ve sohbet edildiği güzide mekanlar haline getirmeliyiz. Evlerimizi cennetin dünyadaki şubelerine dönüştürmeliyiz.
Hanelerimiz şeytan ve dostlarının değil, Yüce Allah’ın sözünün geçtiği, Allah’ın ayetlerinin hükümran olduğu birer İslam kalesi haline gelmelidir.
Kendimizi ve ehlimizi yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem azabından korumamızın tek yolu budur.
Unutmayalım ki, rüzgar eken fırtına biçer. Biz dünya tarlasına -ki Kur’an dünyayı ahiretin tarlası olarak niteler- günah, fısk, tuğyan tohumları ekersek ahirette azabı hak edenlerden oluruz. Fakat bu tarlaya iman, salih amel ve Allah yolunda fedakarlık tohumları ekersek ahirette cennet bahçelerinde ağırlanırız. Bu bizlerin dünya hayatında yapacağımız tercihe bağlıdır.
Bizler kendimizi, evlerimizi, işyerlerimizi İslamlaştırırsak, bu doğal iktidar alanlarımızda Allah’ın dinini hakim kılarsak Allah’ın rahmetini hak etmiş oluruz.

Yüce Rabbimiz bizlere Kur’an-ı Kerim gibi eşsiz bir nimet, şaşmaz bir ölçü, dosdoğru yolu gösteren bir kılavuz vermişken bizim onu tozlu raflara terketmemiz kendimize yaptığımız çok büyük bir haksızlıktır. Kur’an bizler için ve tüm insanlık için hayat menbaı, kurtuluş reçetesidir. O insanlar
öğüt alsın diye kolaylaştırılmış apaçık bir kitaptır.
Hz. Peygamber’den rivayet edilen şu ifadeler Kur’an’ı Mübin’i ne güzel anlatmaktadır:
“Kurtuluş Allah’ın Kitabı(na uymakta)dır. O’nda sizden öncekilerin haberleri, sizden sonrasının haberleri mevcut. Ayrıca sizin ihtiyacınız olan hükümler var. O, hak ile batılı ayırdeden ölçüdür. O’nda her şey ciddidir,
gayesiz bir kelam yoktur. Kim akılsızlık edip ona inanmaz ve onunla amel etmezse, Allah onu helak eder. Kim onun dışında hidayet ararsa Allah onu saptırır. O, Allah’ın sağlam ipidir. O, hikmetli olan zikirdir, o dosdoğru yoldur… O, öyle bir kitaptır ki, cinler işittikleri zaman şöyle demekten kendilerini alamadılar: ‘Biz etkileyici bir Kur’an dinledik. Doğru yola ileten bu kitaba iman ettik…’ (Cin 72/1-2). Kim ondan haber getirirse
doğru söyler. Kim onunla amel ederse mükafata mazhar olur. Kim onunla hüküm verirse adaletle hükmeder. Kim ona çağırılırsa doğru yola çağırılmış olur.”
(Tirmizi, Sevabu’l-Kur’an 14, 2908)

İKİ GÜNLÜK DÜNYA HAYATI

381190_10151415711654003_1748976348_n

Şu iki günlük dünya hayatında daha başarılı, daha zengin, daha iyi yaşayan insanları görüp de “ah” çekmeyen yoktur. Hemen hemen herkes elindekinin daha iyisi için çalışmakta ve çabalamakta çünkü çoğu insan için elindeki kazanımlar yeterli kalmamakta, hep daha iyisi ve daha fazlası için planlar yapılmaktadır. O kadar ki bu planlar kendi hayatımızla da sınırlı kalmamakta, çoluğumuza çocuğumuza da empoze edilmektedir. Yanılıyor muyum? Örneğin hangimiz çocuğumuzun okulunu seçerken, eğitimini planlarken ahiretini düşünüp hareket ediyor. Bir OKS ve SBS tutturmuşuz gidiyoruz… Hangi liseye girilirse oradan falanca üniversitesine girmek daha kolay olur gibi senaryolar hepimizin kafasından geçmekte. Buna bağlı olarak da hangi üniversiteden mezun olunursa, ne iş yapılır ve kaç lira kaznılır da son noktayı koyan konu oluyor genellikle. Yani tüm bir hayat planlamasının neticesinde elde edilecek olan dünyadaki daha fazla mal, mülk ve daha yüksek statü.  Oysa bizi ahirette kurtaracak olan ne elde edilen mallar ne de toplumdaki yerimizdir. Sadece bu dünya hayatında Allah için yaptıklarımız ile Allah önünde değerliyiz, bunun dışında hiç bir değerimiz yok.

Allah, müminlerin canlarını ve mallarını, karşılığında kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır.” Tevbe/111

Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihan aracıdır. Allah’a gelince, büyük ödül O’nun katındadır.” Enfal/28

Yazdıklarımdan bu dünyadan geçin, hiç bir şey yapmayın manasının çıkartılmasını istemem zira Allah müminlerin duasının “Bize bu dünyada da güzellik ver, ahirette de güzellik ver” şeklinde olması gerektiğini söylüyor. Ancak bu dünya için bu kadar hırsla çabalarken ahiret için “aman cennete girelim de kıyısından köşesinden de olur” mantığının aslında ne kadar yanlış olduğunu göstermek istiyorum. Bu dünyada az ile yetinmeyi doğru bulmayan bizler niye cennet ve ahiret söz konusu olunca bu kadar tatminkâr davranıyoruz. Çok büyük bir tezatlık ve çelişki değil mi bu? Asıl önemli olan bu kısa dünya hayatında önemli birer bay ve bayan olmak değil Allah’a layık kullar olabilmektir. Allah bu konuda hepimizn yardımcısı olsun.

Feryal

İman Teslimiyettir, Teslimiyet Huzur!‏

149491_287688794690934_551245676_n

İman, insanın sahip olabileceği en büyük nimet. İnsanı ümitsizliğe, üzüntü, keder, sıkıntı, stres ve öfkeye kapılmaktan, gelecek kaygısı, korku ve tedirginlik gibi zarar veren etkenlerden uzak tutar. İman ümittir ve insana kâfidir.

İnsan hep ümitle yaşar, Rabbinin rahmetini umut eder. Nasıl keser ki umudunu? Kulunu yaşatan, ona soluk aldıran, düşünme yeteneğini veren, görmesini, işitmesini, yürümesini, koşmasını sağlayan, sağlıklı yaşatan, güldüren, sayısız rızık bahşeden Yüce Allah’tır. Bütün bu nimetler görmezden gelinir, nankörlük edilir mi? İman sahibi, bir nimet kaybı sırasında bile Allah’tan umut kesmez. Yaşadığı zorluktaki hayır ve hikmeti görmeye çalışır; gönülden teslim olur, zorluğun ardından gelecek kolaylığı bekler.

Allah’a teslimiyet, kesin bilgi ile iman etmenin en önemli şartıdır; İslam teslimdir. Teslimiyet, kulluğun özünü oluşturur; kulun kalbinin, Rabbine olan en önemli yönelişidir. Rabbini tanıdıkça ve imanda derinleştikçe insanın teslimiyeti de artar.

Allah’ın, ahiretin, hesap gününün, cennet ve cehennemin varlığına, aklıyla, kalbiyle samimi ve kesin olarak kanaat getiren insan için Rabbine teslim olmak zor değildir. Çünkü Allah, insanı fıtrat olarak Kendisine sevgi, güven ve bağlılık duyacak özelliklerde yaratmıştır. O halde asıl zor olan, insanın fıtratına aykırı davranması ve Yaratıcısına teslim olmamasıdır. Hayırda ve şerde kulunun yolunu kolaylaştıran, dinde kolaylık veren Rabbimiz, Kur’an’da kullarına teslimiyeti kazandıracak ve artıracak ahlak özelliklerini bildir, kullarının üzerinden zorlukları alır ve imtihanlarını kolaylaştırır.

Kâinatta her olay Allah’ın yarattığı kadere uygun işler. İnanan insan kaderine iman eder; kendince olumlu ya da olumsuz, yaşadığı her olay karşısında Allah’tan razı olur, zorluklar karşısında da O’na teslim olur. Dünyevi hiçbir değer ya da çıkara karşı tutku duymadığından, kayba da uğrasa üzüntü duymaz.

 “Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir” (Tevbe Suresi, 40)

 Böylece Allah, O’na ‘huzur ve güvenlik duygusunu’ indirir, Onu görünmeyen ordularıyla destekler, inkâr edenlerin inkâr çağrıların alçaltır.

“Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” diyerek kendisine tevekkül edenlerin güvenini, Allah asla boşa çıkarmaz. Müminlerin başarılarındaki sır; şüphe duymadan iman etmeleri, tereddüt etmeden güven duymaları ve hâlisâne teslimiyetleridir.

İnanan insanı diğerlerinden ayıran, yaşadığı zorluk zamanlarında sergilediği güzel ahlâktır; zorlu olayların ardındaki hayrı beklemektir. Her imtihan Rabbine olan aşkını, sadakatini ve ahdine vefasını ispat etme fırsatıdır.

O sert rüzgârda yıkılıp kırılmayan teslim olmuş müminler bilirler ki; Allah sonsuz kudretiyle, her şeyin en mükemmelini ve en kusursuzunu yaratır. Zorluklardan kurtaracak, karanlıklardan aydınlıklara çıkaracak olan sadece O’dur. Her zorluğun ardından kolaylık verecektir.

Dünya hayatı bizim eğitim sürecimizdir. Zorlukların imtihan için yaratıldığını, göstereceğimiz sabır ve tevekkülün güzelliklerle karşılık bulacağını unutmamalıyız. Mevlana’nın güzel ifadesiyle sopayla kilime vurmaktan amaç tozunu almaktır. Allah tozumuzu alır, bizi arındırır, neden kötü hissetmeli?

İnsanı korku, panik ve depresyondan uzak tutacak, kalbine şifa olacak tek şey, Allah’a sarılmaktır. O’na yakın olmak, O’na sığınmaktır. Allah’a tevekkül etmediğinde insan gerilir, asabileşir. Sevgi sinirin ilacıdır. Allah sevgisini tam yaşadığında, sevgi iliklerine kadar yayılır insanın, rahatlatır. Allah’ı ve tecellilerini sevmek, depresyona karşı en şifalı ilaçtır.

İnsanın en büyük yardımcısı Allah’tır. İnsan için, Allah’a yakın olmak ve O’na dayanmaktan daha büyük destek yoktur. Nötr ve kalbe hitap etmeyen yöntemlerle psikolojik destek alarak şifa bulunmaz. Kalplere, ruhlara şifa olacak olan Allah’a teslimiyettir. Kur’an’ı yaşamaktır, Kur’an’la yaşamaktır.

Peygamber (asm) özellikle zorluk zamanlarında Kur’ân’ın emri olan sabrı ve Allah’a teslimiyeti tavsiye eder. Zorlukları kolay kılan ve dünya hayatını güzelleştiren imandır. Gerçek huzur, huzuruna döndürüleceğimiz Rabbimize tam teslim olmaktır. İman ve teslimiyet ebedî kurtuluşa vesiledir.


Fuat Türker

Kuranı Kerim, insanlar için bir yaşam rehberidir.‏

 

69636_146737885485793_405590867_nKuranı Kerim, insanlar için bir yaşam rehberidir. Yüce Rabbimizin en güzel ahlakı bildirdiği Kuranı okumak ve emir ve yasaklarını titizlikle uygulamak her Müslümanın görevidir. “Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir Kitap`tır.”  (Bakara Suresi, 2)

Kuranı okuyan insanlar bilir ki, Allah kullarına sabırlı olmalarını ve bunda kararlı davranmalarını emreder. Bu tavır insanlar için faydalı sonuçlar doğuran güzel bir ahlak örneğidir aslında. Yaşanan olumsuz olaylarda gösterilen sabır ve tevekkül, olayların büyümesine engel olurken daha güzel sonuçlar elde edilmesini sağlayabilir. Yaşanan olumsuz olaylarda öfkeye kapılıp, sabırlı davranamamak kişiyi içinden çıkılmaz durumlara sokar çoğu zaman. Karşılaşılan her olayın Allahın kontrolünde ve bir sınav dahilinde gerçekleştiğini bilmek ve sabırlı davranmak hem bu dünya için hem ahiret için büyük yarar sağlar insana. Allah pek çok ayetinde “sabredin” derken, sabır gösterenleri de cennetle müjdelemektedir:
“İşte onlar, sabretmelerine karşılık (cennetin en gözde yerinde) odalarla ödüllendirilirler ve orda esenlik dileği ve selamla karşılanırlar. ” (Furkan Suresi, 75)

Aynı zamanda Yüce Rabbimiz, güzel ahlak özelliklerini bildirdiği Kuran’ı Kerim’de, bize yapılan kötülüklere karşı iyilikle cevap vermemizi de emretmiştir:

“İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir. ” (Fussilet Suresi, 34)

Ayetten de anlaşılacağı gibi kötülükleri uzaklaştırmanın en güzel yolu iyilikle davranmaktır. Bu güzel üslup kötülük düşünen insanı bile yumuşatıp düşmanlığı sona erdirebilecek kadar güçlü ve etkili bir davranıştır. Allah kulları arasında kavga ve düşmanlığı engellemek için onları şeytana karşı uyarır ve birbirlerine güzel söz söylemelerini bildirir: “Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır. “(İsra Suresi, 53)

Kuranda bildirilen ve bizlerin de sorumlu olduğumuz ahlak özelliklerinden biri de sert üsluplardan kaçınıp yumuşak huylu olmamızdır. “Allah`tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi… ” (Al-i İmran Suresi, 159)

Kuranın her ayetinde bizler için bir öğüt bulunmaktadır. Bizlere düşen bu öğütlere uymak ve Allahın razı olacağı davranışları sonuna kadar kararlılıkla devam ettirmektir. Şeytan pek çok yöntemle bizlere yaklaşarak sabrı, tevekkülü, güzel sözü ve davranışı engellemeye çalışır. “Sabır sabır nereye kadar?, “hep ben mi alttan alacağım”, “bu kadarı da fazla”, “artık yeter” gibi kışkırtmalarla güzel ahlaktan vazgeçirmeye çalışır.

Gerçekten inanmış müminler için sabrın ve güzel ahlakın sınırı yoktur. Güzel ahlaktan vazgeçmek demek Allah’ın yolundan sapıp şeytanla omuz omuza yürümek demektir. Bu nedenle şeytanın bu türlü kışkırtmalarına karşı uyanık olmalı ve Allah yolunda kararlı bir şekilde yaşamalıyız. Güzel ahlak göstermekten vazgeçmeden..

“… Sürekli olan `salih davranışlar` ise, Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır” (Kehf Suresi, 46)