Archive for Haziran 2019

Doğumla bu âleme kavuştuğumuz gibi, ölümle de bir başka âleme kavuşacağız.

Doğumla bu âleme kavuştuğumuz gibi, ölümle de bir başka âleme kavuşacağız. Tohum, toprağa düşmesine rağmen, nasıl bir başka hayata kavuşur ve gökyüzüne dal-budak salarsa, insanın cesedi de ölümle çürüyecek, fakat ölümsüz ruhuyla ebedi bir âlemde hayat bulacaktır…
Ölüm, hâl değiştirmektir. Yumurta ölür civciv olur, çekirdek çürür ağaç meydana gelir.
İnsan için ölüm, ipek böceğinin koza içindeki dönemi gibidir. İpek böceğine, kabir gibi daracık kozasından çıktıktan sonra kelebek olacağı ve kendisine birer kanat ihsan edileceği bildirilse bile, böcek buna inanmakta zorluk çekecektir.
İnsan da, ebedî âlemdeki hayatını anlamak noktasında o ipek böceği kadar aciz kalır.
Arkasından koşup yakalamaya çalıştığımız mutluluklar, ümitler, heyecanlar, koşturmalar, yorgunluklar bir gün ölümle noktalanırsa neye yarar?..
Dünya hayatını rüyaya benzetmişlerdir. İnsan rüya görürken onun rüya olduğunu bilemez, hakikat zanneder. Uyandıktan sonra, gördüklerinin rüya olduğunu anlar. Biz de ölünce, yaşamakta olduğumuz bu hayatın gerçek hayat olmadığını, rüya gördüğümüzü anlarız.
Fecir suresi 24. ayet-i kerimede bunu görebiliyoruz. Kıyametin dehşetini görenler diyecekler ki: “Keşke ben hayatım için hazırlık yapsaydım.”
Müfessirler, bu ayet-i kerimeyi tefsir ederken dikkâtimizi şu noktaya çekiyorlar. “Buradaki hayatım” demiyor. Yani, dünya hayatını hayat bile saymıyor. Onun için de “hayatım” diyerek, gerçek hayatın ahiret hayatı olduğu anlatılmak isteniyor…
Mü’min,Dünya hayatı, ahiret hayatını kazandırabilmişse çok güzeldir. Fani, geçici, kısa ve hayal olan bir hayatla ebedi saâdeti elde edebilmiştir, ne mutlu…..
Dünya hayatı ile yalnız dünyasını düşünmüş, ahiretini unutmuş, Rabbini tanımamış, haramlardan sakınmamış ise, hem dünyasını, hem de ahiretini mahvetmiş olur…

Dünyada kavuştuğu zehirli bal gibi olan lezzetlerin hiçbir kıymeti yoktur. Sonu ateş olan lezzette hayır yoktur.
Sekerat-ı mevt hâlinde günâhlar çok çirkin bir hâl alacaklar ve insanlar yaptıklarından nefret edeceklerdir. Zevkle yaptığımız günâhlardan da o kadar nefret edecek ve pişman olacağız. Fakat iş işten geçmiş olacaktır.
Akıllı insan çalışır, helâlinden kazanır. Allah c.c. emrettiği herşeyi severek itaat eder ve Rızasını kazanır..Dünyasını mamur eder, kabrini aydınlatır. Ahiretini ebedî saâdete çevirir.

Hayır (sandığınız gibi değil), kim, günah kazanmış da hataları kendisini kuşatmışsa, işte onlar artık ateş ehlidir

Lanet şeytan insanlara çoğu Allahu Teala affını ,rahmetini ile kandırmış,ve böylece umursamadan,düşünmeden,cehennem azabı dan korkmadan sayısız günahlar işliyorlar ,akıllarına gelince yarım yamalak bir tövbe sonra aynı gaflette devam ediyorlar.
Oysa Rabbimiz celle celalühü Kur’an da böyle davrananlar için bize söyle bildiriyor ..
Bismillahirrahmanirrahim
Hayır (sandığınız gibi değil), kim, günah kazanmış da hataları kendisini kuşatmışsa, işte onlar artık ateş ehlidir ve orada devamlı kalacak olanlardır.
BAKARA – 81
Riba (faiz) yiyenler, kabirlerinden ancak şeytan çarpmasından hırpalanmış bir kimse gibi kalkarlar. ışte bu, onların: “Oysa alışveriş riba gibidir.” demeleri sebebiyledir. Ve Allah, alışverişi helâl, ribayı (faizi) haram kılmıştır. Bundan sonra, Rabbinden kendisine öğüt gelen kimse (ona uyarak) artık (faizden) vazgeçerse, o taktirde geçmiş olan (önceden aldığı faiz) onundur ve onun işi (onun hakkındaki hüküm) Allah’a aittir. Ve kim de (faizciliğe) dönerse, işte onlar, ateş ehlidir. Ve onlar orada ebedî kalacak olanlardır.
BAKARA – 275:
Ve kim Allah’a ve O’nun Resulune isyan eder ve O’nun sınırlarını aşarsa, onu, içinde ebedî kalacakları ateşe koyar. Ve onun için “alçaltıcı azap “ vardır.
NİSÂ – 14
Allah ve O’nun resûlüne karşı, kim haddi aşarsa, artık onun için mutlaka orada ebediyyen kalacağı cehennem ateşinin olduğunu bilmiyorlar mı? İşte bu, büyük rüsvalıktır (rezilliktir).
TEVBE – 63
Allah, münafık erkeklere ve münafık kadınlara ve kâfirlere, orada ebedî kalacakları cehennem ateşini vaadetti. O (cehennem), onlara yeter. Ve Allah, onlara lânet etti. Ve onlar için ikâme edilmiş olan (devamlı kılınan) bir azap vardır.
TEVBE – 68
İsraf edenleri (haddi aşanları) ve Rabbinin âyetlerine inanmayanları işte böyle cezalandırırız. Ve ahiret azabı daha şiddetli ve bâkidir (devamlıdır).
TÂHÂ – 127
okuyalım müslümanlar okuyalım,yüreğimiz titresin , O günün dehşetinden “gök delinmiş, yıldızlar dökülmüş pırıl pırıl parlayan güneş sönmüş, dağlar yerinden yürütülmüş, denizler fıkır fıkır kaynar, ruhlar bedenlerle birleşir cehennem alevlendirilir, cennet yaklaştırılır. Dağlar kumlar gibi dümdüz olur yer dehşetli bir sansıntı ile yarılır ve içindeki ağırlıklar dışarı çıkar.”

Teslimiyet,Tam ihlas ,ve teslim olma yaptığını sırf Allah için, Allah rızası için yapmaktır.

Bismillahirrahmanirrahim
Azap size gelip çatmadan evvel, Rabbinize yönelip-dönün ve O’na teslim olun. Sonra size yardım edilmez.
(Zümer Suresi, 54)
Teslimiyet,Tam ihlas ve teslim olma yaptığını sırf Allah için, Allah rızası için yapmaktır. Tevhid, ancak bundadır.
İbadet ve kulluk söz konusu olduğunda pek çok sebeple teslimiyet olmazsa olmaz bir şart. Zaten teslimiyet olmadan ibadetleri hayatın çeşitli dalgalanmaları sırasında sürdürebilmek imkânsız.
Eğer teslim olamamışsak en ufak bir sıkışıklık anında akıl hemen nefisten yana çıkarak itaatsizliğe gerekçeler üretiverir.
Teslimiyet insanı dosdoğru olmaya götüren sağlam bir güçtür. İnsan bir kez teslim oldu mu başta şeytan olmak üzere bütün çeldiriciler birer birer güçlerini yitirir, zayıflar ve tesir edemez hale gelirler. Bu mevkiye ulaşmak da kolay değildir. Nice tehlikeli geçitlerden geçmeyi gerektirir.
Bunun içindir ki, namaz, oruç, zekât, hac gibi ibadetlerin, nefsinize şu şu faydaları vardır gibi nefisle ilgili bir maksatla değil, sırf Allah rızası için ve Allah’ın emri olduğu için, yalnız bir ibadet etme fikriyle ve sırf Allah’a yaklaşmak için samimi ve ihlaslı olarak ibadet niyetiyle yapılması gerekir. Ve öyle olmadıkça makbul olmaz. Çünkü o zaman Allah’a değil, nefse ibadet edilmiş olur.
Hak yola girmiş bir insanın bilmesi lazım gelen önemli meselelerden birisi de Hakk’a tevekküldür. Yani kendi üzerine düşeni eksiksiz yapar, bir taraftan da neticeleri Allah Tealâ’ya havale eder. O’nun takdirine razı olup hiçbir şeyden şikayet etmez. Çünkü şikayet ve tevekkülün bir arada olması mümkün değildir.
Bir bela ve musibetle karşılaşan kişi, belasını sabırsızlıkla yanındaki eşine dostuna ulaştırdığı zaman, aslında Allah Azimüşşan’ı kula şikayet etmiş olur. “Gördün mü başıma geleni? Allah bana neler yaptı!” demeye gelir.
Halbuki Hak yolcusu kişi ilâhi sevgiye taliptir. Sevmek, sevilmek için yola çıkmıştır. Durum böyle iken hem sevgi hem şikayet bir arada olmaz.
İnsan,dünyaya başka bir şey için gelmiş değildir. Teslim olacak, razı olacak ve ibadet edecektir. Ancak bu teslimiyet ve tevekkül içinde huzur bulur.

“Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?

Cenab-ı Rabbu’l-Alemin, Mekke’de üstüste yaşanan sıkıntılardan dolayı Rasulünün kalbini İnşirah Suresi ile rahatlatırken, bizim kalplerimize de sonsuz şefkatiyle fısıldamıyor mu?
“Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi? Senin belini büken o ağır yükünü indirmedik mi?
Hem senin şanını da yüceltmedik mi?”
Demek ki her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Evet kesinlikle zorlukla beraber kolaylık vardır.
O halde bir işi bitirince, hemen başka işe giriş, onunla uğraş!
Ve sadece Rabbine rağbet et, O’na yönel!”
(İnşirah/1-8)
Rabbimiz bu surede bütün müminleri de zorluğun ardındaki kolaylıkla müjdeleyip, uymaları gereken prensibi bildiriyor.
Evet; hayatımız boyunca çeşitli zorluklarla karşılaşacağımıza şüphe yok. Korkacak, üzülecek, acı duyacağız. Belki karamsarlığa düşecek, kimi zaman da ümit ve ümitsizlik arasında yalpalayacağız.
Ama zorluğun bulunması, kolaylığın geleceğine bir işaret. Bu ilahî prensibe inanıp, yılmayacağız. Zorlukları kalb genişliği ile karşılayacak, bir işi bitirince veya bir işle ilgili yapabileceğimiz bir şey kalmayınca, gücümüzün yettiği başka işlerle uğraşacak, hem kendimizin hem de diğer insanların dünya ve ahiret mutluluğu için elimizden ne gelirse yapmaya çalışacağız. Çeşitli zararlara maruz kalsak da, bizim gayemiz hep iyilik olacak inşaAllah.

Şevval Ayı Orucu Tutalım

Efendimiz (aleyhiselam) şöyle buyurmuştur:

“Kim Ramazan orucunu tutar da sonra ona Şevval’den altı gün daha eklerse, bütün seneyi oruç tutmuş gibi olur.”

(Müslim; 2/822; Ebû Davud, 2433; Tirmizî, 1164)

Rabbimiz, “Her kim bir haseneyle gelirse, kendisine, onun on misli sevap vardır.” buyuruyor ya, (En’am, 160) bu hesaba göre, Ramazan ayı orucu, on aya karşılıktır. Şevval’de tutulan altı günün on misli de altmış gün eder, bu da iki ay olur. Böylelikle tüm sene sanki oruçla geçirilmiş gibi olur.

Buradaki nebevî beyandan yola çıkarak alimlerimizin çoğu bu orucu müstehap saymışlardır. (el-Fetâva’l-Hindiyye,1/ 201) Dolayısı ile tutulması insana sevap kazandırtır, terki ise herhangi bir sorumluluk yüklemez.

Ramazan’ı oruçlarla, teravihlerle, Kur’an’la, Kadir gecesiyle, sahur ve seherlerle dolu dolu yaşadık. Bu manevi hayatı devam ettirmek için önümüzde bir fırsatımız daha var. Ramazan ayından sonra Kameri aylardan Şevval ayı geldi.
Bu ayda Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hiç terk etmediği bir sünnet olan; altı gün oruç tutmak büyük sevap.
Aslında bu gibi mânevî konularda esas olan, o işi ihlasla yapmak, büyük bir gönül arzusu ile talip olmak mühimdir. Bâzen öyle oruçlar olur ki, tutanın gönlünde beslediği derin ve sâfî ihlas yüzünden 360 gün değil, belki 360 senelik nâfile oruç sevabını alabilir..  İhlas ile kim ne isterse Rabbimiz onu verebilir.
Bu bir niyet meselesidir.

Nasıl tutulacağına gelince, bu faziletli oruç; peşpeşe tutabilineceği gibi belli aralıklarla da tutulabilir. Bu konuda herhangi bir fazilet derecesi beyan edilmemiştir. Nafile ibadetlerde genişlik ve kolaylık esas olduğu için, nasıl kolayına gelirse ay boyunca öyle yapılabilir. Dolayısı ile isterse altı gün ardı ardına hiç ara vermeden, isterse haftanın Pazartesi ve Perşembe günlerinde tutarak tamamlayabilir.

Acizane size tavsiyem, Pazartesi ve Perşembe günleri tutmanız yönündedir.

Biliyorsunuz, Efendimiz (aleyhisselam): “Kulların amelleri Pazartesi ve Perşembe günleri Rablerine arzolunur; ben de amellerimin oruçlu bulunduğum halde Allah’a arzolunmasını seviyorum”

(Tâcu’l-Usûl, 2/89) buyurmuşlardır.